Sevgili okur kısa bir aranın ardından merhaba. Çok güzel anılarla geldim sana. Oğlumun beyaz önlük seramonisi ve Hipokrat yemini töreni vardı. Bu sebeple Torino’daydık. Devlet üniversiteleri 3. Sınıfta çocuklara Hipokrat yemini ettirip beyaz önlük giydiriyor. Bunun iki sebebi var:
1) Sene sonunda doktor olarak mezun olabilmeleri için doldurmak zorunda oldukları klinik çalışma saatlerini tamamlayabilmeleri için şimdiden başlamaları gerekiyor. Ancak yani.
2) Hastaya dokunmadan önce yemin etmeleri gerekiyor.
Yani benim canım, yakışıklı, doktor adayı oğlum; Dekanın elinden beyaz önlüğünü giydi, Hipokrat yeminini etti ve 3. Sınıf itibariyle klinik çalışmaları hız kazanacak. Yanlış anlaşılmasın, zaten profesörlerin ardına takılıp ameliyata, hasta bakmaya giriyorlardı. Hani hoca hastaya visit yapıyor öğrencilerle beraber odaya giriyor. Bunu ve ameliyata girmeyi yapıyorlardı. Ancak yemin etmeleri itibariyle hastaya dokunabilecekler. İtalya’da yemin etmeden hastaya dokunmak yasak. Sanırım tüm Avrupa’da durum budur. Tamamlanması gereken klinik saatleri başladı. Ne kadar gururlandığımızı, nasıl duygulandığımızı anlatamam. Bir de sevgili okur, yani oğlum diye söylemiyorum, adam spor falan da yaptığı için, bir insan evladına takım elbise, beyaz önlük bu kadar mı yakışır… nasıl ağır başlı, nasıl oturaklı, nasıl asil, nasıl güçlü kuvvetli, nasıl oturaklı, nasıl klas görünüyor anlatamam. Kız arkadaşı da aynı şekilde. Yani şöyle söyleyeyim, anne olarak tamamen “satisfied” haldeyim. Hani geri çekilir ve dışardan bir gözle bakarsın ve dersin ya “BUDUR”… Budur yani. Bu bende olmasa benim olsun isterdim. Ve fakat benim. Şimdi kocaman bir MAŞALLAH’ını alırım. Nazar değmesin.
Bir de bu nazar meselesi var. Sevincimizi, mutluluğumuzu, gururumuzu paylaşmaya korkar olduk. Haris insanlar kötü enerji yollayacaklar diye gerilim üstüne gerilim. Yahu evladımızla sevinemeyecek miyiz? Evladımızın başarısından bahsedemeyecek miyiz? Ben başkalarının başarılarını konuyu kendime ekşlemlemeden benden bağımsız şekilde dinleyebiliyorum. Birisi bana kendisi ya da çocuğu veya kocasıyla ilgili olumlu bir şey anlattığında bunu “hımmm bizde durum nasıl peki” diye kendimle kıyaslamadan tamamen ona ait bir olay olarak ve onun adına sevinerek dinleyebiliyorum.
Bakın çok zor bir şey değil bu.
Biri size bir şey anlatıyor. Konu sizinle alakalı değil. Özne siz değilsiniz. İçerik tamamen karşınızdaki kişiyi ilgilendiriyor. Konunun hiçbir yerine kendinizi, çocuğunuzu, kocanızı eklemlemeden, kıyaslamadan sadece karşınızdaki insana dair bu konuyu dinliyor ve onun adına sevinip tebrik ediyorsunuz. Bu sizinle değil onunla ilgili. Bu onun mutluluğu ve bundan mutsuz olmanıza gerek yok. Onun başarısı sizi başarısız yapmaz. Hepimiz aynı anda sevinçli, mutlu ve başarmış olabiliriz. Bu bir yarış değil. Konuyu kendinize döndürmeden karşınızdakini sadece onun anlattığına konsantre olarak dinleyebilirsiniz. Kendinizden örnekler vermenize de gerek yok. Bu onun dakikası. Bırakın sevinsin ve hatta (çılgınca gelebilir) sadece dinleyip onunla birlikte, onun için, kendinizi katmadan, sevinebilirsiniz bile…
İnanın zor değil. Biraz öz saygı biraz öz disiplin gerekiyor. Kendi hayatıyla ilgili kafasında soru işaretleri olmayan birinin zorlanacağı bir şey yok.
Kişisel eğitimden bahsederken hayvan satın almıyoruz, sahipleniyoruz konusunu da tekrar hatırlatmak isterim. Hele hele kedi Kedi satın almak nedir? Nasıl bir ruh hastası olmak gerekir kedi satın almak için sevgili okur? Kedi dediğinin tüy dökmeyeni yok. Tüy dökmeyen canlı insan dahil yok. Nasıl biz saç döküyoruz kedi-köpek de tüy döküyor. Tüy dökmeyen bir canlı beslemek istiyorsan kaplumbağa veya laboratuvar faresi besleyeceksin. Yılan bile deri döküyor/değiştiriyor, kedi niye dökmesin. Az tüy döküyormuş o sebeple kulağı katlanan İngiliz bilmemne kedisi satın aldım diye bir dünya yok yani. Sokak kedi dolu. GERÇEK KEDİ. Bildiğin dümdüz, gerçek kedi. Sen hangi tür İngiliz nesisin de kedin ne olsun? Sen hangi asaletin sol tarafından geldin de kedide ırk bakıyosun? Al kapının önündeki kediyi kır kıçını bak. Ağzına yüzüne çok.
Sevgi pıtırcığı sunucunuz olarak son yayınlarımın linklerini, paylaşıyorum. Bir zamanınız olduğunda açıp, izleyip, beğenirseniz iyi olur.
Bu arada zamana not:
Yayınlar yayınlanırken izleyemeyenlerin, yayınlar bittiğinde “devamı yok mu” demesi yükleniyor. Hep aynı. Sabah programı yaparken “sabah programı izleyemiyorum ben” diyenler, bittiğinde başka yok mu diye ilk soranlardı. Ahhh ah… Ruhunu avucumun içi gibi ezberledim insanların. Bazen cevap vermiyorum, bazen duymazdan geliyorum ama herkesin notu kafamda belli. Üzgünüm ama çoğu da 0-3 arasında.
Böyle sert sert yazıyorum ama sana değil sevgili okur. İnsanlar çok gözümden düştü, inan bana. Sen okursun senin yerin ayrı ama insanlar çok leş yaa…
Gelelim yayınlara:
6. Bölüm: ÖZGÜR UYSAL
7. Bölüm: OYLUM SEÇİN
HER ŞEYİN YOLUNDA GİTTİĞİ BİR HAFTA DİLERİM.
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 20 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperel.com
www.mehtaperel.wordpress.com
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
www.instagram.com/mehtaperel
X.com (twitter)/mehtaperel
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server'lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap'lı adreste yazılarımı güncelliyorum)