Sevgili okur, bazen içim hicranla doluyor, bir fena oluyorum. Zaten acayip bir kadınım ve çok garip bir evreden geçiyorum... Hayat, bana zor bu ara...
Dergi, kitap satan bir büyük mağaza zincirindeyim. Kucağım dolu, kasada sıra bekliyorum. Nihayet sıra bana geliyor ve fatura için isim soruyorlar, adımı soyadımı söylüyorum. Arkamda bir hareketlenme oluyor ve...
Bayan: Hadi canım, bi bakim?
Ben: ??? Pardon?
Bayan: Mehtap Erel? Melek Baykal’ın yanındaki sarışın gazeteci? Muzır gazeteci?
Ben: (Utanarak) ehehehe... Evet...
Bayan: Aaaa bayılıyorum ben sizin yorumlarınıza! Ahahaha çok tatlısınız Melek Hanım’a da bayılıyorum, sizi de keşfettim, sizi de çok seviyorum, çok alemsiniz ikiniz. Hani Melek Hanım size kızıyor ya arada, siz yaramaz çocuklar gibisiniz, Melek Hanım size, “Dur-Sus” diyor... Ahahaha bayılıyorum, çok tatlısınız, hiç kaçırmıyorum sabahları.
Ben: Çok sağolun, utandım valla.
Bayan: Aa ne aldınız bakim? Hangi kitaplar onlar?
Ben: Şey, bunlar, ben, eeee, şey...
Bayan: Aaaaa Türkçe yok mu aralarında hiç? Türk yazarları beğenmiyor musunuz yoksa?
Ben: Yok yokkk, ondan diil, yabancı dilimi unutmamak için, kelime unutmamak için sürekli yabancı kitap okuyorum; çok kolay unutmak, okursanız unutmuyorsunuz ondan, yoksa çok beğendiğim Türk yazarlar var elbette.
Bayan: Kim? Kim var mesela?
Ben: Tahir Musa Ceylan var... Adalet Ağaoğlu, Elif Ezgi Uzmansel...
Bayan: Ay çok tuttum sizi, alışverişe mi geldiniz?
Ben: Evet, biraz dolaşayım dedim...
Bayan: Ay o torbada neler var? Giysi mi? Neler aldınız? Programda giymek için mi? Bakabilir miyim? Ay herkesten önce ben göreyim!
Ben: Peki bakın, ehehe, yayında giyer miyim bilmiyorum!
Bayan: Aaaaaa! Harikaymış bu! Nereden aldınız? Ben de kızıma bakayım! Ay tatlım şu ünlüler hakkında yorumlar yapıyosun ya! Vallahi de billahi de içimin yağları eriyor inan bana. Bir de böyle tanımaz, umursamaz bir tavrın var ya ahahahaha bayılıyoruz valla arkadaşlarla sana...
Ben: Ehehe, şey o tavır değil, gerçekten tanımıyorum.
Bayan: Ay inanılır gibi değilsin! Çok şekersin ahahaa.
Ben: Şeker? Teveccühünüz... Şey, ben tutmayayım sizi.
Bayan: Yok ben seni tuttum aslında ama bir şey daha sorucam nolursun!
Ben: Buyrun...
Bayan: Kolunda yazan ne? Bileğinde?
Ben: Oğlumun adı, Atahan.
Bayan: Aaa canım benim, kıyamam sana ben! Peki geçici mi? Geçici dövme mi?
Ben: Hayır kalıcı, peki ben... eee... kaçayım yavaştan.
Bayan: (Yanağımdan makas alarak) Ay yerim seni ben! Oğlunun adını dövme yaptırmış! Bayılıyorum sana da Melek Hanım’a da. Melek Hanım'ı öp benim için.
Ben: Elbette.
Şimdi bu, bir "senli benli", bir "sizli bizli" kafasında, benle ilgili tespit oturtamamış, samimi miyiz, değil miyiz bilemeyen gruba alışmak kolay. Çünkü “şekerler” aslında...
Şundan birkaç ay öncesine kadar şarkı mı söylüyor, şiir mi okuyor, dizi mi çekiyor bilmediğim ve hiçbir şekilde ilgilenmediğim insanlar sosyal paylaşım sitelerinden bana sataşıyorlarmış... E haklılar, ben her sabah bir buçuk saat, bu insanlarla ilgili ne düşünüyorsam açıkça söylüyorum (okuduğum haberlere göre), onların da eli armut toplamayacak elbette... Buna da alışabilirim, ki eski okurlarım bilirler ben sevilmek, evin şirin kızı olmak gibi dertleri olan biri değilim. Öyle olsam böyle sivri yorumlar yapmam. Dolayısıyla Twitter’da 140 karakterle bana “çakmaya” çalışan varoşları –her şey bir kenara, bir mizah yazarı olarak - 40 karakterle yer atarım ama bana vuruş başı ödeme yapıldığından kalemimi mundar etmem hiç için. Televizyonda bazı isimlerle ilgili konuşuyorsam eğer, bana bunun için maaş ödendiğinden, yoksa muhatap almam... Yani bu da tamam. Geçelim... Sallamadığım için alışmam da gerekmez...
Sürekli eleştirilmek hususu var ki... Offffffffff!
Boyut, Murat Öneş, sıradan bir gün:
Öneş: Kovuldun mu?
Ben: Hayır.
Öneş: Sakın kovulma, senden kurtulmanın tek yolu senin orada tutunabilmen, sen oraya gitsen ve dönmesen...
Ben: Hep sevginden söylüyosun böyle patron.
Öneş: Yok yok. Sen televizyona çok yakıştın, hep orda çalışmalısın belki de, yani burada olmana gerek yok, sen git oraya, arada bir uğrarsın falan, iyi olur öyle.
Ben: Hiçbir yere gitmiyorum, burada yaşlanıcam! Benden kurtulamayacaksın! Buradan emekli olucam! Yaşlı bir nene olucam Boyut’ta ve bastonumla gezinicem buralarda, sen de burada olucaksın. Arada editörlerime falan hırlıycam ben. Kızıcam. Sen bana, “Sakin ol” diyceksin ve ben o ara gaz kaçırıcam yanlışlıkla... Seni bundan mahrum bırakmıycam ben patron.
Öneş: ……. İğrençsin... Gerçekten...
Ben: Neden? Aşk olsun! Ona biyoloji diyoruz bi kere.
Öneş: Sen git Mehtap... Git, televizyoncu ol toptan.
Ben: Hayır, buradan emekli olucam, tosura tosura gezicem burada. Gitmiyorum hiçbir yere!
Buna alıştım bile. Çünkü gerçekten patronlarımı çok seviyorum. Hem Öneş’i hem Bülent Özükan’ı ve cidden (belki de hayatımda ilk kez) bir yerde, “Ben buradan emekli olayım” diyorum. Seviyorum Boyut’u. Yayından sonra, “Eve geldim” diyorum Boyut’tan içeri girdiğimde, kızlarımın (editörlerim) yüzünü gördüğümde. Sürekli benimle dalga geçen Begüm, camın diğer tarafından bize DJ’lik yapan İbrahim... Salih, Erdem, Hazan, Tolga, Nihan, Gönül, Mısra, Ejvet Bey,Metin Geçtin, Mustafa Kırcı, Ömer, Mustafa Tınç, Selma, Alişan, Yaşar... Özellikle, annemle kayınvalidem arasında bir yerde duran ve bu yüzden bana tuhaf bir şekilde yakın gelen Nilgün Hanım...
Nilgün Hanım: Bence makyajınız çok ağır yapılıyor ve sizi yaşlı gösyeriyor.
Ben: Peki...
Nilgün Hanım: Ayrıca bu üzerinizdeki tişört spora falan giderken giymek için uygun da, işyeri için fazla sıradan. Kot da giyseniz, en azından bir gömlek giyebilirsiniz üzerinize.
Ben: Evet.
Nilgün Hanım: Lütfen sakız çiğnediğiniz zaman balon yapmayın! Zaten işyerinde sakız çiğnemek hiç hoş değil!
Ben: Tabii.
Nilgün Hanım: Topuklu ayakkabı her zaman daha zarif gösterir bir bayanı. Oysa siz sürekli spor ayakkabılarla...
Ben: Hıhı, evet, haklısınız.
Sonra bazen, hiç ummadığım bir anda...
Nilgün Hanım: Gözlük yakışıyor size.
Ben: Gerçekten mi?!?! Sahiden mi?!? Çok teşekkür ederim!!!
Sevindirik ediyor beni Nilgün Hanım. O kadar tuhaf bir şekilde annem ve kayınvalidemden izler var ki onda... Odasının önünden geçerken hem hızla yok olmaya çalışıyorum hem bakıyorum orada mı diye... Bana bir şeyler söylediğinde kendimi evde hissediyorum...
Ve patronum, Bülent Özükan...
Bülent Bey: Otur!
Ben: İyi bir şey mi, kötü bir şey mi?
Bülent Bey: Bir iyi bir de kötü haber.
Ben: Önce kötüyü söyleyin.
Bülent Bey: Hayır önce iyi! Kovuldun!
Ben: ……
Bülent Bey: Ahahaha, yok şaka yaptım.
Ben: Yani, hiç komik değil. Ve elbette çok komik çünkü, siz patronsunuz ve komik olduğunu düşünüyorsanız, komiktir de yani... Hiç komik değil... Ruhumu teslim ediyordum burada.
Bülent Bey: Şunlara bir baksana... Çocuk kitapları.
Ben: Hayret bişi... Tansiyonum falan pörtledi...
Bülent Bey: Mehtap!
Ben: Bunlara mı bakıyorum? Bakıyim peki... Ama bu ruh haliyle ne kadar sağlıklı geri dönüş yapabilirim bilmiyorum şu an. Bütün duygu dünyamın cılkı çıktı ve biliyorsunuz zaten uykusuzum.
Bülent Bey: ……
Ben: Ben bu kitaplarla ilgili birkaç saat içinde dönerim size. Ve gerçekten çok esprili bir insansınız, bunun da altını çizmek isterim bu vesileyle...
Bülent Bey: Mehtap...
Ben: Tamam gidiyorum.
Ve diğer işimde, yani Doğuş Power Center’da...
Hülya: Sen akıllı kadın kontenjanından buradasın, güzel kadın değil.
Ben: Peki?
Hülya: Yani saça başa takılmayacaksın!
Ben: Peki?
Hülya: Ama bu yoluk kafayla da gezemezsin! Saçlar demode, renk desen yeşil. Bu, sarı değil bu! Buna sarı deme! Bu yeşil! Yoluk yoluk! Demode!
Ben: Saçlarım mı?
Hülya: Bu, televizyon! Şov dünyası! İyi görüneceksin!
Ben: Ben zeki kadın kontenjanından girmiştim ama?
Hülya: Cevap verme! Hem zeki olacaksın hem iyi görüneceksin!
Ben: K*çımdan kuş da çıkarıyım mı? Yapabilirim kasarsam ehehe.
Hülya: Abuk sabuk espriler yok, argo yok, konuşurken Melek'i dürtmek yok. Bir durum mu oldu, şaşırmak yok! Gülümseyeceksin! Saçlarını kabartmayacaksın! Güzel giyineceksin! Sakin olacaksın! Cool olacaksın!
Ben: Bişi diycem...
Hülya: Ben bitirmedim! Laf dinleyeceksin! Az yiyeceksin! Magazini adam gibi öğreneceksin! Yayına çıkmadan 15 dakika önce, hazır bir şekilde tüpte (yayına çıkmak üzere beklediğimiz yer) olacaksın! Stüdyoda ne denirse densin sertleşmeyeceksin, kabalaşmayacaksın! Sen, evindeki misafire saygısızlık yapar mısın?
Ben: Eeeeee, şey...
Hülya: Yapmazsın!!! Burası da aynı! Burada, gelen konuğa kibar davranacaksın! Melek'in sözünü kesmeyeceksin! Yeri gelirse 1 saat susup, bir tek soru soracaksın ama adam gibi soru soracaksın!
Ben: Mutluluğun resmini de çizecek miyim Abidin?
Hülya: Saçmalamayacaksın!
Hepsine alıştım... Her şeye... Hatta garip bir şekilde sevdim bile...
Bir tek şey çok fena...
Akşam eve döndüğümde, Alişan ile dans ettim diye bana küsen oğlum...
Babası dışında biriyle dans ederken annesini televizyonda izlemek, 8 yaşında bir erkek çocuğu için çok acayip olmuş...
Çünkü, biz normal bir aile hayatı yaşayan, normal insanlarız. Sizin gibi, herkes gibi...
Ben yabancı bakıcılarla çocuk büyüten, evladını arada bir gören o kadınlardan değilim. İşten çıkıp, eve geldiğim anda, Gülseren Hanım evine gidiyor ve ben...
Masa kurup, yemek hazırlıyorum. Bulaşıkları makineye atıp, o gün çıkan kirlileri çamaşır suyuna basıyorum... Oğlumla oyun oynayıp, ödevlerini kontrol ediyorum... Okul çantasını toplayıp, renklilerle beyazları ayırıyorum... Kocamın babaannesiyle telefonda konuşup, evde, “Kirli çoraplarınızı ortada bırakmasanıza” diye bağırıyorum... Kırılan bardağı ıslak pamukla yerden toplayıp, nohutları akşamdan suya koyuyorum...
Ve bu, bana iyi geliyor...
Ama bir tek oğlumun bana küsmesine alışmak zor...