Acıbadem, akşam dokuz suları… Kapkaranlık bir sokak. Göz gözü görmüyor. Bu esnada bir motosiklet sokaktan hızla geçiyor. Motosikletin sürücüsü, geçerken sigarasını yere atıyor. Sigaranın ışığı, bir 10 saniyeliğine de olsa sokağı aydınlatıyor.
Acıbadem’de elektrikler gidiyor. Gerçi bir İstanbullu olarak alışık olmadığım bir şey değil. İstanbul’da İstanbullulara haber verilmeden elektrikler de sular da kesilir. Her İstanbullu bunu bilir. Ve genelde evlerde bir iki mum ve bir kova su hazır tutulur. Ama yine de sinirim bozuluyor. Neyse bir yarım saat 45 dakikaya geliyor. Ama tam geldi derken bir daha gidiyor. Kötü bir şaka gibi. Neyse ben de kedi klanımın yanına inerim diyorum; biraz Nükleer ve Sarman’la oynarım. Ama tam üstümü değiştirdiğimde elektrikler yeniden geliyor.
Bir an elektriği bilmeyen birine elektriği anlatmaya çalıştığımızı düşünelim. Hani ampul ve flüoresanın çalışmasını sağlayan enerji türü. Bildin mi? Tamam, biz en iyisi Türk Dil Kurumu’ndan (TDK) yardım alalım. “Maddenin elektron, pozitron, proton gibi parçacıklarının hareketleriyle ortaya çıkan enerji türü, bu enerjinin gündelik hayatta kullanılan biçimi.” Ampullerden tutun sokak lambalarına kadar elektriksiz hiçbir şey çalışmıyor. Modern yaşamın olmazsa olmazlarından.
Şair Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” (1959) şiirinde “Bu karanlık böyle iyi aferin Tanrıya” dediği zamanları muhtemelen çoktan geride bıraktık. Artık geceler de gündüz. Ama Acıbadem’deki elektrik kesintisinin bana gösterdiği bir şey var. Geceleyin gökteki yıldızların sayısı artmıyor. Ama gözle görünür hale geliyorlar.