Çok tuhaf bir şekilde, kadınların sosyal hayatta, iş yaşamında aktifleşmesiyle paralel seyreden - zamansal olarak - şiddet artışı söz konusu. Her geçen gün eşinden, sevgilisinden dayak yiyen, onlar tarafından öldürülen kadınların manşetlere taşması medyanın abartması değil; zira istatistikler de maalesef bu tabloyu destekler nitelikte. Daha önce de ele almıştık: 2002'de öldürülen kadın sayısı 66 iken 2009 yılında sayının 1126'ya ulaştığı bilgisine yer verdi gazeteler. Şiddetin kendisinin olduğu kadar, sayılardaki artış da dehşete düşürüyor insanı. İşin sosyolojik boyutu ayrı bir yazı ve araştırma konusu elbette. Tabii bir de şiddetin yalnızca kadına yönelik olanına odaklanmakla yetinmeyip daha kapsamlı ele almak gerekiyor. Şu sıralar, kamuoyunun gözü kulağı, yakın zamanda geçmesi beklenen Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun tasarısında. Bu tasarıdan - şu an için tasarı taslağından - medet ummalı mıyız? Neler değişecek, öne çıkan başlıklar neler? Bahçeşehir Üniversitesi Ceza Kürsüsü Öğretim Üyesi Ali Kemal Yıldız'ın konuya dair uzman görüşlerinden faydalandık. İşte öne çıkan başlıklar...
Hocam, elektronik kelepçeye, teknik takip izleme sistemine hangi suçlar dahil?
Ben bu tasarıyı inceledim. Burada bir yanlış anlaşılmaya sebep olmayalım. Bizde teknik takip adıyla ceza muhakemesinde bir koruma tedbiri var. Ama bu suçluların takip edilebilmesi için her türlü elektronik aletle takibini içeren bir tedbir. Bizim konumuz açısından ise bir biçimde şiddete yönelik bu kişiler hakkında uygulanacak tedbir ve takip etmek için bir takip sisteminden söz ediliyor. Ve kanunda birtakım tedbirler öngörülür. Örneğin şiddet uygulayan kişinin eve belirli bir mesafeden fazla yaklaşmaması, evden uzaklaştırılması ya da fiziksel olarak kişiye yaklaşmaması…
Aslında bu tür tedbirler, bizim halihazırdaki ailenin korunmasına dair kanunumuzda da var. Sorun, bunların takibinin çok güç olması. Çünkü bunun takibinin kolluk marifetiyle yapılması lazım. Yahut da bir şekilde şiddete uğrayan kişinin bilgilendirmesiyle yapılması gerekiyor. Kolluğun sürekli o kişinin yanında olabilmesi imkan dahilinde değil. Bazen de kişilerin bunu bildirmekte gecikmesi söz konusu. Bu yüzden tedbirlerin takibinde güçlük çıkıyordu. Eleştiriler hep bu yöndeydi: Mahkeme karar veriyor ama tedbire uyulmuyor. Şimdi birtakım alet edevattan söz ediliyor. Kanunda açık bir şey yok. Kanun sadece her türlü teknik araçla izlenebilir, diyor.
Faydalı olacağını düşünüyor musunuz gerçekten hocam? Kadın düğmeye bastı diyelim, zamanında müdahale edilebilecek mi?
Hah, problemimiz şuydu bizim: Şiddet eylemlerinde kolluğun – polisin, jandarmanın, genel birimleri; normal asayişle ilgili birimleri müdahale ediyordu. Dolayısıyla, esas itibariyle bütün asayiş problemleri gibi görülüyor şiddet eylemleri de. Kasten adam öldürme, hırsızlık eylemlerine ne sürede müdahale ediyorsa ona da o sürede müdahale ediyordu polis. Şimdi poliste özel şiddet birimleri kurulmasına karar verildi. Bu birimler, bu konuda eğitim alacak; bu eğitimler çerçevesinde olaylara çok daha hızlı müdahale etmeleri öngörülüyor. Bu biraz anlayışla da ilgili, hızlı müdahale; sadece teknik cihazla ilgili bir konu değil. Şunu söyleyebiliriz, önceki uygulamada da; diyelim ki, kadın şiddete uğramaya başladı. Kendisini bir odaya kilitledi. Ama odanın kapısı kırıldı. Şiddetin devam etme ihtimali var. Bir biçimde telefonla polise de ulaşmış olabilir. Dediğinizde haklısınız. Polis zamanında müdahale etmezse bilgilendirilmesinin çok bir anlamı yok. Ama yeni sistemi şöyle düşünebiliriz: Eğer teknik araçlarla yapılacak takipler polisin de kurulacak birimleriyle ve onlar da özel eğitimle desteklenirse başarılı olacaktır. Önemli olan kolluğun müdahale hızı.
Avusturya modeli üzerinde duruluyor. Yurtdışında başarılı olunmuş mu? Şiddet oranlarında azalma olmuş mu?
Şunu üzülerek söylemek gerekir ki; şiddet eylemleri – aile içi şiddet ve genel şiddet – bütün dünyanın problemi. Peki bu düzenlemelerin amacı ne? Bunları yaptığımızda şiddet bitecek gibi bir düşünce mantıklı olmaz. Bu bir şekilde şiddete sebep olan alt yapının da ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Kişinin eğitim durumu, psikolojik durumunun yanında o anki koşulları da çok önemli. Ekonomik olarak çaresizliğe düşmüş, batmış bir insanın veya bu bağlamda madde, alkol kullanmaya başlamış birinin durumu normal kabul edilemeyecektir ve bundan hareketle uyguladığı şiddetin ortadan kaldırılabilmesi için bu etkenlerin ortadan kaldırılması lazım. Şimdi bu tasarıya baktığımızda hepsine yönelik hükümler olduğunu görüyoruz. Tüm dünyada yapılıyordu. Bizdeki eksiklik buydu bence. Yani, faile yönelik yaptırımlar yanında koruma tedbirleri. Buna ek olarak da failin ve mağdurun terapisiyle ilgili hükümlerimizde eksiklikler vardı. Bu yapılmaya çalışılan şeyler en azından etkin mücadeleyi ortaya çıkaracak. Mağdurların da kendileriyle ilgili bir şeyler yapıldığı duygusunu da ortaya çıkaracak. Mağdurlar harekete geçip haklarını arayabilecekler. Bunlar başarılı olabilirse ben şiddetin asgariye indirilebileceği kanısındayım.
Teknik anlamda çok başarılı olmasa bile şiddet gören insanları cesaretlendirip başvurmasını, bir şeyler yapmasını sağlayacaktır.
Kesinlikle öyle. Sadece elektronik kelepçe değil konu. Sadece buna indirgenip incelenirse çok baside indirgenmiş olur. Tasarı da öyle değil zaten. Benim bu konuda her zaman şu eleştirim vardı: görevlilerin eğitimi. Mağdura özellikle yardım konusu, ekonomik olarak destek boyutları; bunlar yapılmıyordu Türkiye’de. Tasarıda bazı şeyler var, bence başarılı olması bunlara bağlı: Cumhuriyet savcılıklarında, Emniyet Müdürlüğünde özel birimler kuruluyor. Hakimlerin zaten eğitimli olması gerekiyor. Mevcut sistemde de böyle. Eğitimli insanların çalışması şiddeti ortaya çıkarmayı çok kolaylaştıracak. Şiddete bakış açısı değişecek. Mücadele gücü artacak. Toplumda herkes bilir, bizde karakolda barıştırma-uzlaştırma diye bir sistem var. Şimdi böyle olunca şiddetle mücadelede başarılı olunamıyor.
“Bunun dışında mağdur belki şikayet edecek, bir şeyler yapacak ama mağdur haklarını bilmiyor.”
Karakola gidip şikayet ettiğinde korunacağını bilmiyorsa, failin cezalandırılacağını bilmiyorsa, evden uzaklaştırılacağını bilmiyorsa, daha önemlisi evin geçimini sağlayan şiddeti uygulayan kişiyse bu defa mağdur, şiddeti uygulayan kişi gittiği zaman aç kalmaktan korkuyor. Halbuki kişi evden uzaklaştırıldığında “hadi bakalım, bakın başınızın çaresine” diyemiyor. Tedbir nafakası var; o kişi evin geçimini sağlamaya devam etmek zorunda. İmkan yoksa, bu defa devlet birimlerinin devreye girmesi kabul ediliyor. Yeni tasarıda hakların işletilmesiyle ilgili de şeyler var: tedbiri koyup arkasından o tedbiri uygulamayı da sağlayacak şeyler. Şimdi hakların öğretilmesi konusunda denetimli serbestlik kurumu var bizde, bu aslında başka görevleri de olan bir kurum. Kurumun bir görevi daha geliyor tasarıda. Şiddet mağdurlarının bu konuda bilgilendirilmesini yapacak. Haklarını öğretecek, tedavi olması gerekiyorsa nerelerde tedavi edilebileceği konusunda bilgilendirecek, işe ihtiyacı varsa iş sağlanması konusunda yardımcı olacak. Yani dikkat ederseniz topyekün bir tedbir geliyor.
Tedavi tedbiri hususu...
Çok ciddi bir problem. Kişilere şunu söyleyebilirsiniz. Tedavin yapılabilir. Maliyet? Kişi bunu bilmiyor. Hastaneye gittiğinde ne tür maliyetler çıkacak bilmiyor, hastaneye de gitmek istemiyor. Ama tasarı diyor ki: Bunu devlet ödeyecek. Dolayısıyla bu konuda insanların bilgilendirilmesi gerekiyor. İşte birimler bunu yapacak. Eğer bu birimler kurulur, iyi bir şekilde çalıştırılırsa gerçekten ciddi bir mücadele imkanı olacak.
Yeni tasarıda faillere de terapi geliyor
“Bana göre aile içi şiddette faillerin de kendileri açısından tedavi edilmeleri, terapiye tabi tutulmaları gereken bir durum söz konusu. Şimdiye kadar hep şu yaklaşım vardı: Cezalandıralım. Buna kimsenin bir şey dediği yok tabii ki cezalandıralım ama bugün cezanın amacı kişinin iyileştirilip topluma tekrar kazandırılması. Şimdi bir şiddet failini kaç sene cezalandırabilirsiniz? Örnek olarak söylüyorum; çok ağır ceza vakalarında 2-3 sene bir cezaevinde tuttuktan sonra aynı kişi aynı özelliklerle dışarı çıkıyorsa değişen bir şey olmayacak. Ailesine ulaşmasını, bir biçimde şiddet uygulamasını engelleyemeyeceksiniz. Ya da şiddet uyguladığı kişiyi ondan kurtarabilirsiniz. Başkasına yapacak bu defa. Önemli olan şey, bana göre, şiddet uygulayan kişilerin de terapiye tabi tutulması. Tasarı bunu da öngörüyor. Mağdurlarla ilgili uygulamalar vardı ama bu yeni tasarıda faillerin terapi görmesiyle ilgili şeyler de var. Bence çok faydalı olacak.”
Polis birimleri, yakın-fiziksel birimleri korumayı öngörüyorlar. Şu anda uygulamada da buna ilişkin çalışmalar yapılıyor. Kanun şu kadarını düzenlenmiş: polis birimleri, eğer yakın koruma-fiziksel koruma gerekiyorsa bunun niteliklerini kendisi belirleyecek ve bunu uygulamaya geçirecek. Bununla ilgili de birimler kuruluyor. Önemli olan bunların hepsini, toplu bir biçimde uygulamaya geçirebilmek.
“Koruma sistemini işletmek gerek.”
Diyelim ki kadın cinsel bir eyleme maruz kalmış yolda giderken – iş ileri boyuta gitmemiş de olabilir, bir şekilde kurtulmuş diyelim ki - karakola sığınmış. Karakol, “N’apayım, kimse yok elimde. Yapabileceğim bir şey yok. Buyurun sizi evinize bırakalım.” dediği anda bitti. O insanlar neden size gelip başvursunlar? Koruma sistemini işletmek gerekiyor.
“Ben sahipsiz değilim.” Bunu hissedecek kişi.
Daha önce aile içi şiddetle ilgili yaptığımız araştırmalarda şu sonuca ulaştık: Eğer mağdur şikayet ederse her şeye rağmen etkin bir koruma var. İstenilen boyutta değil ama var. Bir biçimde savcılık ve mahkeme belli oranda üzerine düşen görevi yerine getirmiş. Ancak maalesef 10 olay varsa bunun çok azı en fazla 6 tanesi adliyeye yansıyor; bunun 3 tanesi 4 tanesi zaman içerisinde şikayet geri çekiliyor. Neden? Çevre baskısı, gelecek korkusu – kadının işi yok, çocukları var, adam gittiği zaman aç kalacağım korkusu var – işte burada bu cesareti kazandırmak gerekiyor.
Devletin şunu demesi gerekiyor: Hiç kimse yoksa ben varım. Örneğin hastaneye gittiği zaman bu kişilerin özel bir ilgi görmesi gerekiyor. Hemşirelerin eğitilmesi, acil servis görevlilerinin özellikle, hekimlerin bu konuda eğitilmiş olması gerekiyor. Tıbbi bir mesele değil bu. Siz orada kişinin fiziksel travmasını yok edebilirsiniz. Ama olaya yaklaşım önemli. Siz kolunu incitmiş ya da kırmış biriyle şiddete maruz kalmış kişiyi aynı şekilde tedavi ediyorsanız, aynı yaklaşımı sergiliyorsanız orada bir yanlış var demektir. Aynı şekilde kolluk da hırsızlık şikayetiyle geleni ve şiddete maruz kalmış birinin şikayetini aynın şekilde değerlendirirse başarılı olunamaz. Dolayısıyla bunları geliştirmemiz gerekiyor.
Bakan Şahin, yeni tasarıda şiddet gördüğü gerekçesiyle mahkemeye başvuran kadının, iş rapor hazırlamaya gelmeden evvel korunacağını söylüyor. Bu konuda yeterli aile mahkemesi var mı? Şikayet ve raporlar nasıl değerlendirilecek?
Aile mahkemesi konusunda sıkıntımız yok. Kişiden, olayı delillendirmesini beklemeyeceğiz. Kişinin travmaya uğrayıp uğramadığı, boyutunun ne olduğunu beklemeden koruma gerekiyor. Mantığın bu olması gerekiyor ve yapabilirsek çok güzel. Sıkıntımız; diğer birimlerdeydi. Kolluğun eğitimli birimleri, cumhuriyet savcılığının birimleri ve tıbbi alanda faaliyet gösteren birimlerin eğitimli olması. Dolayısıyla cumhuriyet savcılığıyla kolluktaki özel birimlere tasarı yer vermiş. Yani aile içi şiddet için özel birimler kurulacak. Bu birimler de konusunda eğitilmiş olacak. Yalnız, yanlış anlaşılmasın. Zaten hakim konusunu biliyor. Şiddet eyleminin ceza hukukundaki yaptırımını ya da uygulanacak tedbirleri. Önemli olan şu; şiddet mağduruna yaklaşım. Şiddetin anlaşılıp anlaşılmamasıyla ilgili eğitimler önemli. Aynı şekilde kollukta da; hırsızlık mağduruyla şiddet mağduruna prosedür ve süreç aynı şekilde işlememeli. Kişiye güven verecek bir yaklaşım gerekiyor; bu yaklaşımla ifadesinin alınması gerekiyor. Mesela çocuğa yaklaşım nasıl olacak? (şiddet gören bir çocuksa eğer) Aile mahkemeleri bu konuda nispeten eğitildi. Orada sosyal çalışma uzmanları görev yapıyor. Onların zaten çok aktif bir biçimde bu işlerde görev alması gerekiyor.
Röportaj: Itır Yıldız
Röportaj videosunun ilk kısmını buradan izleyebilirsiniz.