“Ben bu hayatta iki kişilik yaşıyorum... Bana bir şey olursa o ne yapar diye düşünmekten aklımı alamıyorum...”
Bu endişeyi taşıyan, zihinsel engelli bir çocuk annesi. Elimdeki broşürde yer alan cümlesinin sonunda adı, baş harfleriyle gizlenmişti. Ancak Türkiye'nin ilk zihinsel engelli yatılı rehabilitasyon merkezinin kurulması için, "Adım Adım Büyüyorum" projesine ilgi çekmek amacıyla HIPP ve E-bebek sponsurluğunda düzenlenen, zihinsel engelli çocukların resim çalışmalarının yer aldığı ve elde edilen gelirin ERAM Derneği'ne bağışlanacağı bu etkinlikte isimlerini saklamayacak, üstelik fotoğraflarını çekmeme de izin verecek üç kadın vardı. Onlar da yukarıdaki cümlenin sahibi anneyle aynı korkuyu yaşıyorlardı. Projeyi desteklemeleri biraz da bundan: Kendileri, artık onlara yardımcı olamayacakları bir boyuta geçtiklerinde çocuklarının, hayatlarını idame ettirmelerini sağlayacağından ve onları destekleyeceğinden emin oldukları bir okulun, bir derneğin büyüyüp gelişmesine katkıda bulunmak.
İşte annelerle yaptığımız söyleşiden bazı bölümler.
***
Safinaz Şahinkaya – Zihinsel engelli bir oğlu var
"Oğlum 8. sınıfa kadar normal ilköğretim okulunda okuduktan sonra artık ilerleme kaydetmediğini gördük. Yürüyen beyin, koşan beyin hesabı; bizim oğlumuz yürüyen beyin olduğu için özel okula tabi tutuldu. Eram okulundan tesadüfen haberdar oldum ve müdürüyle konuştuğumda, 7'sinden 70'ine öğrencileri olduğunu söyledi. Kaydettirdim. 4 sene okudu orada. Sonra da Eram Derneği'nin faaliyetlerine katılmaya başladık ve üye olduk. Burada biz de daha rahatız; biliyoruz ki burada belli bir kurumda, arkadaşlarıyla kaynaşabiliyor."
“Kardeşiyle daha rahat iletişim kuruyor”
“Evdeki bireylerden hep bir destek bekliyorsunuz. Kardeşiyle birlikte okula gitmesi daha rahatlatıcı. Çocuk evde tekse, anne-babayla pek iletişim kuramıyor. Ama bir kardeş olursa, onunla daha rahat konuşup, anlaşıyor. Anne bir yere kadar... Benim kızım çok yardım etti, hep destekledi, 8 sene onunla beraber okudu. Kızım liseye gidince, oğlum, 'Ben de okuyacağım' dedi. Araştırmak gerekiyor; dışarı çıkacaksın, kapanmayacaksın.”
Hatice Yıldız – Otizmli bir oğlu var
“Çocuklar çok acımasız olabiliyor”
“Ben de çocuklarımı normal okula gönderdim. Biri sekize giderken öbürü yediye gidiyordu. Diğer çocuklar, 'Abisi şöyleymiş...' diye çok dalga geçiyorlardı. O kadar kolay değil o ortamda çocukları yönetmek... Çocuklar çok acımasız. Normal çocuğunuzun da ruh sağlığı bozulmaya çalışılıyor. Şimdi daha iyiyiz. Şu an ergenlik döneminde olduğu için çevresindeki kızlara daha farklı bakıyor. Ama onlar, bizim gibi göz teması kurmayı ya da gözlerini nasıl kaçıracaklarını bilmedikleri için daha farklı oluyor. (gülüyor)”
“55 kişilik sınıflardaki kargaşayı bir düşünün!”
“Ben çocuğumu önce anasınıfına gönderdim, aslında orada öğretmenlerle de bir problem yaşadık. Normal bir çocuk değil. Diğerleri otururken o kalkıyor; bu sefer diğer çocuklar da ona uyuyor. Hoca, sizin oğlunuzun düzeni bozduğunu söyleyerek, "İstersen gel çocuğunu al" diyor. Bu konuda okul müdürüyle de öğretmenle de karşı karşıya gelmişliğim oldu. Bir de 55 kişilik sınıflardan bahsediyoruz; oradaki kargaşayı bir düşünün! Çocuk canavar gibi... Bazı komutları almıyor, çıkıp gitmek istiyor... Öğretmenle zaten hep bir sorun yaşanıyor. Her öğretmene her yıl durumu anlatmak zorunda kalıyorsunuz. Otizmde yüzde 90 davranış bozukluğu olduğu için, benim oğlumda konuşma probleminden çok davranış bozukluğu ortaya çıkıyordu. Değiştirmek de çok zor oluyor, hazır oraya alışmışken. Aynı yerde kalıp orada mücadele etmeye gayret ettim.”
Sema Ağval – İki tane zihinsel engelli kızı var
“Eğitim var da, ya sonra..?”
Sema Ağval: Eğitim bittikten sonra çalışacakları bir alana ihtiyaçları var aslında.
Hatice Yıldız: Sekiz yıl eğitimi veriyorlar ama sekiz yıldan sonra biz zorlanıyoruz. Şu an ne yapacağımızı bilmiyoruz. Evet, el becerileri yüksek olabiliyor ama normal çocuklara göre iyi okullar var; engelli çocuklar için de neden daha iyi okullar olmasın? Ben böyle düşünüyorum. Çünkü bunlar da eğitilebilecek, topluma katkıda bulunabilecek çocuklar.
“Meslek öğreniyorlar”
Sema Ağval: Eram'da ilköğretimi, normal ilköğretim gibi görüyorlar 8. sınıfa kadar. Zaten Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı, diploma alıyorlar. Sonra 9. sınıfta liseye başlıyorlar. 1 yıl da hazırlık; 4 senelik bir sürecimiz var. Haftanın iki günü derste; bir gün de atölyedeler. Benim kızlarımın ikisi de örgü atölyesindeler. Atkı, bere, şapka böyle şeyler ördüler. Büyük kızımın son senesi, ağaç atölyesine geçti. Marangozluk yani.
Safinaz Şahinkaya: Benim oğlum seramik bölümünden mezun. Ama bunu yürütmesi için bir iş istiyoruz biz. Bir de bu çocuklarda bilgiler, daha iyi yerleşiyor. Biz unutuyoruz mesela ama onlar unutmuyor.
Anneliğe gelince...
Hatice Yıldız: Aile olmak zor; bu konuda eşler bile birbirinden ayrılabiliyor. Birbirinize destek olabiliyorsanız, bu zorlu süreci atlatabiliyorsanız çok iyi. Atlatamıyorsanız ailenin yıkılması oradan başlıyor. Çünkü şaşkınlığı da birlikte yaşıyorsunuz, kavgaları, suçlamaları da öyle... Kimi zaman büyükler de araya giriyor. Normal çocuğa 1 seferde anlatırken, bu çocuklara 10 kez anlatmanız gerekebiliyor. Hiç kolay değil; bunlar için hasta olmayacaksın, başın ağrımayacak, sen hep ayakta ve tetikte olacaksın.
“Hep anne suçlanıyor, akrabanın yanından bile dışlanıyorsun”
Safinaz Şahinkaya: İlk olduğunda baba kabul etmiyor, sen yaptın diyor. Hep anne suçlanıyor. Sonra rehabilitasyon merkezindeki psikologla görüştük. Psikolog, eşime, 'Anne daha çok çocuğun yanında; sabah-akşam onunla...' dedi. Biraz biraz birbirimizin dilinden anlamaya başladık ve düzene girdi; yoksa çok çatışıyorsun. Ama biz, şu an her yere çocuklarımızla gidiyoruz; yarın bir gün bize bir şey olursa bu çocuklar ne olacak? Gerçekten yaşayan biliyor... Kim bakacak? Ailede eleme yapıyorsunuz. Mesela kendi akrabanın yanında bile dışlanıyorsun. Benim iki oğlum, bir kızım var ve ben bu kadar yaşıyorum. Bizim çocuklarımız özeldir, kim ne derse desin. Hiç kimseye benzemez.
***
Sohbetimizin sonuna doğru, projeye destek veren ünlülerden (Füsun Demirel, Deniz Uğur, Gül Gölge Saygı, Açelya Akkoyun, Irmak Ünal Karabacak; gazeteci Hale Ceylan Barlas, Tülin Açıkbaş, Sibel Arna) Özge Özberk yanımıza yaklaşıyor ve yanımdaki üç anneye sarılıyor sırayla. Birlikte birkaç kare fotoğraf çekiliyorlar ve ardından oyuncu kürsüye çağrılıyor. Özberk, bir çocukluk anısıyla kapatıyor etkinliği. Tüm bu uğraşları çok yalın, doğal, dolaysız ve süssüz özetleyen bir anlatım olduğu için yazıyı böyle kapamak istiyorum ben de:
“İlkokuldaydım belki de. Annemle deyimlerden ve atasözlerinden bahsediyorduk. Elini taşın altına koymak deyimine denk geldiğimizde, 'Peki elimiz acımaz mı anne?' diye sormuştum, çok iyi hatırlıyorum. Annem de, 'Tam tersi, hiç acımaz. Elini taşın altına koymak, paylaşmaktır' demişti. Burada çok önemli bir kavramın karşısındayız ve sanırım bir araya gelmek, paylaşmak, anlatmak, Eram Derneği'nin bilinmesini sağlamak belki de ilk görevimiz olmalı. Dolayısıyla sanırım bunu başarırsak, kırılmadık taş bırakmayız.”
Röportaj: Itır Yıldız