Bloggerların, yayın yönetmenimiz Mehtap Erel ile keyifli röportajları devam ediyor. Alternatifanne.com; annelik, yazarlık, gazetecilik, iş hayatı ve yaşama dair merak ettiği tüm soruları Mehtap Erel'e sordu.
Erel, nasıl bir hamilelik geçirdiğini, doğum sonrasını ve oğlunu nasıl yetiştirdiği konusunda tüm soruların yanı sıra iş hayatında karşılaştığı zorlukları ve bunlarla nasıl mücadele ettiğini de açık bir dille anlattığı bu keyifli röportajı Anne Boyutu okurları için bir kez de buradan paylaşıyoruz.
Bunca zamandır annelik üzerine yazıp çiziyorsun. Atahan kocaman oldu, artık bu hamilelik-bebek-çocuk muhabbetleri sıkmıyor mu, ayıptır sorması?
Yok ayıp değil. Aksine hep bahsetmeyi çok sevdiğim bir hususu tekrarlama imkanı yakaladım bu vesileyle. Ben mizah yazarıyım ve mizah yazıları yazıyorum. Küçük parodiler ya da skeçler gibi düşünelim bunu. İnsanları gülümseten, bizden, içimizden anılar, anektotlar… Ben, aile yaşantısı yaşayan bir kadın olduğum için de yazılarımda aileye dair konular işliyorum çoğunlukla. Annem, kayınvalidem, kocam, işim, patronum, bizim apartmanın güvenliğinde çalışan arkadaşlar, oğlumun sınıf öğretmeni, diğer veliler, sinemaya gittiğimizde yaşadığımız bir olay, dönülmez yerden dönüp trafik polisi tarafından durdurulmam…. Her şey bana malzeme. Ve evet, zaman zaman oğlumla olan diyaloglarımızda bana yazı konusu olmuştur ancak anne olma halimden fazla, eş olma halime dair yazılarıma rastlanır. Son zamanlarda -artık kendimi frenleyemediğimden- Türkiye’de olan bitenler hakkındaki fikirlerimi ve endişelerimi de yazmaya başladım. Ama ben, hiçbir zaman sürekli hamilelik-bebek yazan bir yazar olmadım. Bir de profesyonel olarak yazarlıktan ekmek yiyenlerin bilmediği bir gerçek var: Sen bir yerde yazar olarak çalışmaya başlarsın. Bu yer seni belli bir çerçeve dahilinde yazman için işe alır. Sana, “Sen bu konularda yazacaksın” der ve sen o konuda yazarsın. Şey gibi düşünebiliriz. Her gazetenin bir anne bebek yazarı, bir magazin yazarı, bir ekonomi yazarı var değil mi? Hah! Kimse, “Ben anne bebek yazıcam” demiyor, yayın yönetmenleri görev dağıtıyor. Sistem öyle işliyor. Bir müddet sonra da yaptığınız iş üzerinize oturuyor. Mesela pekçok insan beni magazinci sanıyor şu anda. Anne Boyutu’nu görüp şok olan, “Ne alaka?” diye mail atan daha fazla. Bu şekilde ben ve sektörel işleyiş datası sunduktan sonra soruyu şöyle değiştirip cevaplayayım mı? Anne-bebek-çocuk sektörüne yayın yapan bir haber portalı yönetiyorum ve hep bu okura hizmet veren içerik işlemekten sıkıldım mı? Hayır. Çünkü annelerin sadece pişikle ilgilenen, kültürsüz, bilgisiz, mutant canlılar olduğuna inanmıyorum. Bu sebeple gündemdeki her konuyu haber olarak kullanıyoruz ve bu da bizi rutinden kurtarıyor.
Annelik meselelerinin tam ortasında duran bir yayın yönetmeni olarak, sıradan bir anneye göre neler öğrendin, neler gördün?
Birincisi ve en önemlisi; bu işle uğraşanların büyük çoğunluğunun annelik hadisesi ile hiçbir alakası olmadığını ama anne-bebek-çocuk ürünleri satan büyük firmaların reklam payından faydalanmak için süper, “Anne taklidi” yaptığını gördüm. Bu kadar önemli ve hassas bir konuda (çünkü çocuğa dair, bebeğe dair söz söylüyorsun sen) insanların neler salladığına nasıl, “mış gibi” yaptığına, ne kadar üç kağıtçı davranabildiğine şahit oldum. Bu benim okura saygımı ve haliyle anneye saygımı daha da arttırdı. Bence bu işin içindeki, “En gerçek anneler” okurlar. Ben kendi yayınımı kurduğum için kendimi o parametrelerden kurtardım. Bir medya şirketinin değil bir yayınevinin portalını yönettiğim için temiz çalışıyorum. Biz önce kitapçıyız. Bizim dışımıza baktığımda da bloggerları çok daha dürüst, içten ve temiz buluyorum. Henüz sistemin içine girmedikleri için, yazıp çizerken oldukları gibi kalabiliyorlar. Bunu herhangi bir konuyu işleyişlerindeki samimiyette görebiliyorsun. Ne yazık ki bu meselelerin ortasındaki bir yayın yönetmeni olarak, meselenin dışında kalanların daha temiz olduğunu öğrendim. Olaya göbekten girip ama önüne gelene kafa tutana da deli muamelesi yapıldığını öğrendim. Evet kendimden bahsediyorum!
“Napim, “Hanzo durmıyim” diye uyumayacak mıydık çocukla?”
Bugün trendler o kadar hızlı değişiyor ki, bir kadın birinci çocuğu ile ikinci çocuğu arasında bambaşka uygulamalar yapar oldu! Atahan’ı doğurduğun sırada öğrendiklerin ve uyguladıkların son moda bilgiler nelerdi? (Emzirme, biberon kullanımı, emzik kullanımı, uyutma şekli ve yeri, marketteki mamalar, bebek bezleri vs. Şimdiki gibi doğal ebeveynlikler, yok yavaş ebeveynlikler vs var mıydı?)
Ben doğum yaptığımda 6 ay sadece anne sütü diyorduk ve bunda bir değişiklik olmadı. Biberon kullanımını, çocuğu tembelliğe alıştırdığı için doktorum istemiyordu. “Biberondan foş foş geliyor memeyle uğraşmaz, emmezse de sütün gelmez” diyordu ve ben doktorumu dinledim. Bir buçuk yaşına gelmeden –özellikle erkek çocuklarda- memeyi kesmem önerildi, oğlum 13 ay emdi, sonra memeyi kestik. Emzik vermedim, damak yapısını bozuyor (yok doğal kauçuk bilmem ne güvenmedim.) Ben yabancı kaynakları da takip ettim, buradaki kaynakları da. Biz ne yapıyoruz, millet ne yapıyor, bakıp bunlara annemin önerilerini ekleyip kendi oğlumun yapısına göre bir sistem oluşturmaya çalıştım. Oğlumu uyuyamadığında kucağımda da salladım, ayağımda da salladım. “Kendi kendine ağlasın uyur” demedim. Evde, bizim yaptığımız püreleri yemediğinde, hazır meyve pürelerinden de aldım. Belli bir trendi tutturmaya çalışmadım, ben takmam öyle şeyleri. Atahan’a göre pozisyon aldım ben. Benim çocuğum ne istiyor ve ben nasıl rahat edicem? Soru buydu! Atahan bana ihtiyaç duyuyordu ve ben bunu görmezden gelerek rahat edemezdim. Baktım ki ayağımda sallayınca uyuyor salladım. Napim, “Hanzo durmıyim” diye uyumayacak mıydık çocukla? Arkadaşlarım ayıpladı falan hiç takmadım. Hiç de bir şey olmadı. İncilerimiz dökülmedi. Bu trend olayı, annelerin birbirleriyle sosyalleşebilmek için uydurdukları şeyler bence! çünkü annelerimizin yöntemleri daha fazla işe yarıyor. Dikkat et, bir yerden bir trend çıkıyorsa akabinde bir ürün gelir! Sektör bunu pompalıyor.
“Kayınpederim geldi dedi ki; “Çok kilo aldın az ye”
Taze anne iken sana en çok yüklenildiğini hissettiğin anlar hangileri oldu? (Bir de şöyle sorayım: Hiç bebeğine yeterince sevgi vermemekle suçlandığını hissettin mi? Yoksa tamamen teknik meseleler miydi?)
Lohusalığımda beni çok hırpalayan iki şey oldu. Bir tanesi sütümün az gelmesi. Aklımı kaçırıyordum o ara. Altı ay sadece anne sütü vermem gerekiyor ama sütüm az, bebeğime yetmiyor, bebeğim aç, uyuyamıyor. O ara oynatıyordum aklımı. Nasıl ağlıyordum ya inanamazsın. Birgün hiç unutmuyorum, yatak odamdayım, sol göğsümü oğlum emiyor sağ göğsümde sıcak havlu var süt kanalları açılsın diye koymuşum. Zaten yaz, loğusa teri denen mevzu var. Ve saat sabaha karşı 05:00 sularından bahsediyorum bu arada. Annem bizdeydi, uyuduk mu diye bakmaya gelmiş, beni gördü, Sarhan ütüyle havlu ısıtıyor ben ağlıyorum. “Anne ben bebeğimi doyuramıyorum” dedim. Ben fıttırık bir şekilde ağlıyorum ve annem beni zayıf görmeye pek alışkın değildir. Oğlumu kucağımdan aldı, bizi evden söküp hastaneye götürdü. Niye süt gelmiyor, tıkanıklık mı var diye bakıldı falan. Neyse ben 6 ay sadece anne sütü verdim, sonrasında da 13 ay emzirdim ama o duygu, “Bebeğim doymuyor” duygusu beni mahvetti. Bir diğer mesele çok tuhaf. Yeni doğum yapmışım, fazla kilom var elbette ve süt yapacak diye ne derlerse yiyorum. Kayınpederim geldi dedi ki; “Çok kilo aldın az ye.” Şimdi şu parametreleri hatırlayalım. Çocuğuma süt yetmiyor diye kafayı kırmış bir anne, 3cc fazla süt gelirse diye kim ne derse ağzına atıyor ve bu ara kayınpeder vücut ölçülerine dair en alakasız şeyi söylüyor. Zaten psikoloji altüst. “Ne o baba? Beni mi pazarlayacaksınız?” diye çıktı ağzımdan! Annem ağzıma vurmuştu sonra. Bazen çok hayvan olabiliyorum ama teknik olarak ben haklıydım. Yine de kocamın babasıyla öyle konuşmam doğru olmadı.
Güçlü mizah duygunla her zorluğun üstesinden geliyor gibisin. Okul müdürüyle, sokakta sana karışan adamla sahiden hep kakara kikiri muhabbetler mi oluyor yoksa arada bir adam boğduğun oluyor mu?
Aslında o sohbetler son derece gergin ilerliyor o esnada. Yani düşünsene çocuğunu okula yazdırmışsın. Okul sene ortasında el değiştiriyor. Sen, veli olarak çocuğunu yazdırdığın okulun bir tarikat grubuyla alınan bir okul grubuna geçtiğini şubat tatilinde öğreniyorsun. Okula gidiyorsun. Bir bakıyorsun daha önce öğretmenler odası olan salonun kapısında, “mescit” yazıyor. Çocuğu okuldan alacaksın ve başka yere yazdıracaksın ancak buraya ödeme yapmaya mecbur tutuyorlar seni. “Niye gidiyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diyorlar. Bir okul adı veriyorsun ve müdür sana diyor ki; “Burda mescit olmasından rahatsız oluyosunuz da götürüp çocuğu rahiplerle, rahibelerle okutmaktan rahatsız olmuyorsunuz öyle mi?” Şimdi bu konuşma elbette son derece gergin ve sinir bozucu ilerliyor. Ancak ben bunu sanki çok komikmiş gibi kaleme alabiliyorum.
“Hayat mükemmel değilken ben öyle olmak için popomu yırtamam.”
Günümüzde kadınlardan beklentinin çok yüksek olduğunu sen de yazılarında yeterince vurguluyorsun. Çocuk-kariyer dengesini kurmakta zorlanan annelere verebileceğin bir tüyo var mı?
Ben kendi hayatımda şöyle yapmaya çalışıyorum. Mükemmel olmak zorunda değilim. Her şeyi elimden geldiğince iyi yapmaya çalışıyorum ama mükemmellik peşinden koşmuyorum. İş yerinde tatsızlıklar yaşayabiliyorum, oğlumun tırnak yemeye başladığı dönemler oluyor, bu ara çok kilo aldım veremiyorum. Hiçbir şey mükemmel değil. “Gün batımında çimen kokan bahçemizden kendi ektiğim naneleri toplayıp limonatamıza koyup kocam bana aşk sözcükleri fısıldarken kelebek kovalayan oğlumuzu verandamızda izliyorum” tadında bir hayatım yok ve böyle bir derdim de yok. Sağlıklıyız, bir aradayız. Bir arada ve sağlıklı kalabilmek için de elimizden geleni yapıyoruz. Hayat mükemmel değilken ben olmak için popomu yırtamam. Benim mottom bu. Ben mevcut durumu muhafaza etmeye çalışıyorum, bu da hayatı kolaylaştırıyor.
Türk annesinin çocuğuna aşırı düşkünlüğünün altında neler yatıyor?
Yahu bu asrın sorusu biliyosun dimi? Biz de bir, “göbek bağı” meselesi var. Bu bağ doğumda kesiliyor hesapta ama bizde görünmez bir ikinci bağ sonsuza dek kalıyor. Bu bağ sayesinde, kardeşler ağabeylerinin borcu için arabasını satıyor, büyükanneler eve alınıyor, yaşlılar yurdun bırakılmıyor, çocuklar hastanelerde refakatçi kalıyor, aileler ellerindeki avuçlarındakini çocuklarının eğitimine ve evliliğine harcıyor. Bu tamamen Türk sosyal ve aile yapısıyla alakalı bir durum. Aile kavramı belki de en iyi oturttuğumuz kavram ve artıları olduğu gibi eksileri de var. Sürekli, çocuğunun her olayının içindeki o hasta anne de bu eksilerden bir tanesi. Ancak artıları daha fazla olduğu için tolere edilmesi gereken bir eksi.
“Merak etmeyin anneciğim, oğlunuza iyi bakacağım.”
Anne-babanın anlaşamaması ya da boşanması, çocuk için daima sarsıcı olur derler. Bu da ilişkileri iyi gitmeyen anne-babaları uzun süre sürüncemede bırakır. Allah göstermesin ama, Mehtap Erel eğer bir gün evinde çok mutsuz olduğunu fark ederse, ne yapar?
Şimdi herkes beni ayıplayacak biliyorum. Ama dürüst davranıcam üzgünüm. Ben boşanmam. Sadece, “Ben mutsuzum” veya “Aşk bitti” ya da “Beni aldattı” gibi bir sebep, benim boşanmama yetmez. Ben, mümkünse oğlum babasıyla ve benimle aynı çatı altında büyüsün, iki ev arasında kalmasın isterim. Akşam birlikte masaya oturalım, günümüzün nasıl geçtiğini konuşalım. Bu ortamı oğluma sağlayabilmem için, benim o masada çok mutlu olmam gerekmiyor. Ben, önce ailemin düzenine bakarım ve devam ederim. Benim için iki şey boşanma sebebi olabilir. Şiddet ve uyuşturucu. Bunun dışındaki her şeyi çözmeye çalışırım.
Son olarak, çok sevdiğimiz skeç yazılarına bir skeçle karşılık vermek istedik.
Atahan gelmiş 30 yaşına ve düğün günü gelmiş çatmış. Kolunda müstakbel karısıyla başlıyor nikah masasına doğru yürümeye. “Ağlayacak mısın yoksa?” diye soruyor yanındaki patavatsız. Atahan smokininin içinde ne kadar büyük gösteriyor! Vay canına, hakikaten büyümüş, adam olmuş! Fotoğrafların flaşları arasında “evet”ler mırıldanıveriyor, alkışlar kopuyor, müzik başlıyor ve işte karşında evli bir çift! Gelinle damat sana doğru yürüyorlar. Ağlama, dik dur, gülümse! Oğluna mutlu olduğunu göster! Sarılıyorsunuz. Flaşlar patlıyor etrafınızda. Geline geliyor sıra. "Tatlıııım!"... Sarılıyor sana, ne kadar da samimi, ne kadar cana yakın. "Allahım sen onlara yardım et" diye geçiriyorsun içinden. İşte o sırada, gelin bir şey fısıldıyor kulağına:
- Merak etmeyin anneciğim, oğlunuza iyi bakacağım.
Tepkin?
Çok duygulanırım herhalde. “Çünkü ben gözünün içine baktım oğlumun. Ve sana veriyorum yavrumu şimdi. Ben üzmedim, sen de üzme oğlumu.” Ağzımdan çıkmasa da, kalbimden geçen budur o anda ve gelinim bana, “Merak etme anne oğluna iyi bakıcam” diyorsa, ben daha ne isterim. Muhtemelen gözlerim dolar, gülümsemeye çalışırım. Oğluma bakarım, Allah'ım nasıl yakışıklı. Ne emeklerle büyüttüm ben onu. Gelinime dönerim ve derim ki; “Merak etme güzel kızım. Ben de sana iyi bakacağım, oğluma iyi baktığın sürece.”