Dünyada her üç kadından biri, hayatında en az bir kez aile içi ve toplumsal şiddete maruz kalıyor. Rakamların üzücü şekilde arttığı Türkiye’de ise uzmanlara göre ülke genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı yüzde 39 civarında. Eğitim oranı düşük semtlerde ise bu rakam yüzde 97'lere çıkıyor.(*)
Maalesef ülkemizdeki kadınların yüzde 49’u yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye anlatamıyor. Şiddet sonrasında sivil toplum örgütleri, polis, savcılık vb. kuruluşlara başvurmayanların oranı yüzde 92’ye kadar çıkıyor. Şiddetin en yoğun yaşandığı bölgeler ise Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgeleri olarak kayıtlara geçmiş durumda.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu günlerde, yukarıda verilen tablo insanın kanını donduracak kadar ürkütücü bir grafiği gözler önüne seriyor. Öyle ki kadınlarımız 21. yüzyılda hala kapalı kapılar ardında taciz ve şiddete maruz kalıyor.
Açılan bu yaraların uzun seneler boyunca atlatılamayacağını anlatan DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Psikoterapist Feryal Tükel, “Şiddet travmatik bir deneyimdir. Terapide öncelikle, şiddetin tüm izlerini taşıyan kadının terapistle kendini güvende hissedeceği bir ilişki kurabilmesi, duygu ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmesi amaçlanır. Sorumluluk üstleniyorsa, şiddetin nedeni ne olursa olsun haklı çıkarılamayacağını kavraması, suçluluk ve utanç duygularından arınması, sınırlarını netleştirmesi, şiddetin yol açtığı değersizim, çaresizim, eziğim gibi olumsuz inançların yerini değerliyim, baş edebilirim gibi olumlu inançların alması sağlanır. Güçlenen, kaynaklarının ve seçeneklerinin farkına varan kadının hayatını kontrol altına alabileceği stratejileri belirlemesine ve uygulayabilmesine yardımcı olunur” diyor.
“Gizleme eğilimi doğal”
Şiddete uğrayan kadınlarda gizleme eğilimi görüldüğünün altını çizen Tükel, “Şiddet gören kadınların bu olayı gizleme eğilimi vardır. Eşin tehditleri korku yaratır. Kadın, yaşadığı utanç ve şiddeti aile veya ilişkinin mahremiyeti alanında görmek, ifşa ettiğinde destek alma umudunu taşımamak ya da kimsenin yardım edemeyeceğine inanmak, varsa çocukları için kaygılanmak gibi nedenlerle yaşadıklarını paylaşamayabilir” diyor.
Şiddetin yaşandığı ilişkilerde kadının, eşinin despotça denetimi ve baskısıyla giderek yalnızlaştığına dikkat çeken Tükel, “Diğer taraftan saldırganın, suçlamalar, aşağılamalar ve "mantık oyunuyla" davranışını haklı çıkartma çabaları, kadının kendini yetersiz olarak algılamasına, eşin davranışlarından kısmen veya tümüyle kendini sorumlu tutmasına, ve kendinde bazı şeyleri değiştirirse şiddetin sona ereceği gibi bir umudu taşımasına yol açabilir. Kadın umarsızca saldırganı memnun etme çabası içine girebilir. Eşin zaman zaman gösterdiği yakınlık, şiddet sonrası balayı dönemlerindeki gönül almaları kadında karmaşık duygular yaratıp, itaat davranışını pekiştirebilir. Böyle bir döngüye girilmesi durumunda, tecrit halindeki kadının eşe bağımlılığı sürekli artar” diyor.
Şiddet gören kadınlarda rastlanılan ruhsal hastalıklar…
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), depresyon, anksiyete bozukluğu ve psikosomatik rahatsızlıkların en yaygın karşılaşılan sorunlar olduğunu belirten Tükel, “Ağır durumlar intiharla sonuçlanabilir. Fiziksel şiddete maruz kalmanın, sözel şiddete oranla daha fazla, fiziksel ve sözel şiddete bir arada maruz kalmanın ise en yüksek oranda TSSB nedeni olduğunu gösteren çok sayıda araştırma var. Uyuma güçlüğü, sinirlilik, kabuslar, kabuslardan kaçınmak için uyumamak, bu nedenle sinir ve sindirim sisteminin bozulması, iştahsızlık, bedensel sorunlar, ağrılar, konsantrasyon bozukluğu, süregelen üzücü düşünce ve anılar en sık görülen semptomlar arasındadır” diyor. Dikkat çekici bir diğer olgunun ise depresyonun şiddetin ortadan kalkmasıyla azalması olduğunu anlatan Tükel, “koşullar düzelse de, travmadan kaynaklanan TSSB’dan kurtulmak için travma tedavi edilmelidir” diyor.
Şiddet gören bir kadının kendine ve yeni bir erkeğe güvenmesinin ve sağlıklı bir ilişki yürütmesinin güç olduğunu da belirten Tükel, “Şiddetin yarattığı travma, kadının kendini, başkalarını, dünyayı algılayışını çarpıtır, inancını zedeler, güven duygusunu derinden etkiler. Kontrol duygusu kaybolur. Bağ kurma yeteneği körelir. Sevgi, saygı, dayanışma anlayışı zarar görür. Öz benliği kaybolan kadın acı çeker. Şiddet içeren anının hatırlanması veya çağrıştıran bir uyaranla tetiklenmesi şiddeti adeta yeniden yaşatır. Bu yüzden mağdur sürekli tetiktedir. Sesler, hareketler karşısında ürkek, tedirgin, kontrolsüz tepkiler verebilir. Sinirli, geçimsiz, aşırı duyarlı, hassas davranabilir. Kendini sakinleştirmek için alkole sığınabilir. Umutsuzdur. Çok kolay depresyona girebilir. Bu nedenle yeni bir ilişkiye başlamakta ve sürdürmekte çok zorlanır” diyor.
Yaralar tamamen iyileşmiyor…
Şiddetin kadın üzerindeki psikolojik etkileri, yaşanan şiddetin tipi, süresi, ciddiyeti, şiddetin hayatının hangi evresinde gerçekleştiği gibi faktörlere göre değişiklik göstermekle birlikte tamamen geçmediğine de dikkat çeken Tükel: “Keza, aynı şiddete maruz kalan kadınlar farklı düzeylerde etkilenebilir. Araştırmalar, geçmiş yaşantılarında şiddete maruz kalmış veya kendi ailelerinde şiddete tanıklık etmiş kadınların şiddet karşısında çok daha riskli konumda olduklarına işaret etmektedir. Kronik şiddet kadının kendilik değerini yerle bir edebilir. Kompleks travma dediğimiz kapsamlı sorunlara, kişilik sorunlarına yol açabilir. Özsaygısı yüksek, kendine güvenli, sorunlarla başa çıkma becerilerine sahip, sosyal desteği olan bir kadın bu tür özellikleri sahip olmayan bir kadına oranla yaşadığı travmadan daha az hasarla çıkabilir. Travmaya kronikleştirilmeden erken ve uygun bir şekilde müdahale edilmesi de başarı oranını artırır. Her durumda, travma tedavisi mutlaka yapılması gereken ve sıraladığımız koşullara bağlı olarak kişinin büyük ölçüde veya tamamen iyileşmesini sağlayan bir öneme sahiptir”.
Şiddet bulaşıcı mıdır?
Ne yazık ki şiddetin bulaşıcı olabildiğini anlatan Tükel, “Şiddet şiddete zemin hazırlayabiliyor. Şiddet, kendini zayıf, yetersiz, güçsüz hisseden kişinin başvurduğu bir savunma aracıdır. Şiddetin yönü, doğadaki tüm canlı varlıklarda olduğu gibi insanda da güçlüden güçsüze doğrudur. Şiddete karşı duramayan kadınların bazıları, gördüğü fiziksel ve duygusal zarar sonucu oluşan öfke, kızgınlık, nefret duygularını kendinden daha güçsüz ve kendine bağımlı bireylere aktarırlar. Babalarına veya eşlerine boyun eğer, kendinden daha zayıf durumdaki kardeş ya da çocuklarına şiddet uygulayabilirler” diyor.
Kadına Şiddet ve Sosyo Ekonomik Durum
2006-2007 yıllarında 1800 evli kadınla 56 ilimizde yapılan bir araştırmaya göre; öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet oranı azalmaktadır. En az bir kez dayak yeme oranı okuma yazma bilmeyenlerde yüzde 43, yükseköğrenim görmüş kadınlar arasında yüzde 12’dir. Ancak Yüksek öğrenimlilerin şiddeti paylaşmak konusunda daha ketum olabilecekleri dikkate alınmalıdır. Kadınların gelir düzeyinin artması şiddetin yoğunluğunu azaltıyor olmakla birlikte (%47 düşük refah, %38,9 orta refah, % 26,7 yüksek refah düzeyi), bu değişkenler arasında kesin bir ilişkiden bahsedilemiyor. Nitekim hane gelirine katkısı erkekten çok olan kadınların aile içerisinde şiddet görme riski iki misli artmaktadır. Bu durumda olan her üç kadından ikisi eşlerinden şiddet görmektedir.
Birçok araştırma sonucunda kadının erkekten eğitim ve kariyer açısından daha iyi pozisyonda olmasının şiddet görmesi olasılığını artırdığına dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda eğitim ve gelir düzeyi yüksek birçok kadının da aslında şiddete maruz kaldığı görülmektedir. Kadının kendinden daha güçlü olmasını kabullenemeyen erkeğin, kadın üzerinde şiddete başvurarak güç kazandığı söylenebilir.
Kadın haklarını koruma konusunda yerleşik yasal ve yapısal önlemlerin olduğu ülkelerde dahi hayatlarının bir döneminde cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranının yüksekliği ABD’de yüzde 55, Almanya’da yüzde 25, Danimarka’da yüzde 27, Norveç yüzde 22 olması kadına yönelik şiddetin sadece bir gelişmişlik sorunu olmadığını gösteren bir başka olgudur.