Saygıdeğer okurlarım,
Geçen hafta Elif’in öyküsüne döneceğime dair söz vermiştim sizlere.
Elbette sözümü tutacağım. Ancak bu yazıda istediğiniz lezzeti bulamazsanız bana gücenmeyin. Bu köşede yazmaya başladığımdan bu yana acısıyla, tatlısıyla başımızdan geçenleri sizlerle paylaşmaya gayret ettim. Gün oldu ağladınız, gün oldu gülümsettik sizleri.
Başımıza gelen olumsuzluklarda dahi ümidimi asla kaybetmediğimi, sabırla, sevgiyle zorlukları başarmaya çabaladığımızı anlatmaya gayret ettim.
Gerek bu platformda gerekse facebook’taki down sendromuna yönelik sayfalarda bizleri takip eden siz kıymetli okurlarımdan aldığım destek, içimdeki umudu hep taze tutuyor. Bir down annesi olarak benim gibi olan annelere az da olsa moral verebilmek, yol gösterebilmek, onların içindeki korku ve kuşkuları azaltabilmeye, umutlarını çoğaltmaya, istenirse zorlukların aşılabileceğine dair düşüncelerle dolmalarını sağlayabilmek adına bir
şeyler yapabiliyorsam ne mutlu bana. Bir yolcu misali gelip geçtiğimiz şu fani dünyada, ardımda olumlu bir iz bırakabilirim İnşallah..
Folklor Sevdası
“Okulda folklor kursu açılacakmış anne. Benim de katılmamı istiyorlar “dedi oğlum, gözleri ışıldayarak. Sen katılmak istiyor musun yavrum diye sorduğumda istiyorum deyince, hiç itiraz etmedim kaydettirdim kursa.
Oğlum ikizinin lokomotifi olmuştu her zaman. Bazen kendime sorardım. Acaba kızımla uğraşırken oğlumu ihmal ediyor muyum, acaba çocuğuma iyi bir anne olabiliyor muyum? Her ne kadar adil davranmaya gayret etseniz de evde özel ilgiye, daha farklı bir bakıma muhtaç çocuğunuz varsa, isteseniz de istemeseniz de bu çocuğa ayırdığınız zamanla, normal olan çocuğunuza ayırabildiğiniz zaman aynı olamıyor. İşte bu yüzden oğlumla geçirdiğim zamanlara çok önem verirdim. Kaliteli zamanlar diyorum öyle zamanlara. Sevgimi, ilgimi doyasıya gösterdiğim, Onu dinlediğim, dertleştiğimiz, duygu ve düşüncelerini anlamaya çabaladığım, oynadığım, oynaştığımız, kâh güldüğümüz, kâh ağladığımız zamanlardı kaliteli zamanlarımız. Çocuklarım en çok yatma zamanını severlerdi. Zira onlara kafamdan uydurduğum farklı masallar anlatır ama finali ille de Türk sanat musikisinden bir parça ile yapardım. Masalı dinlerken uykuya hazırlanırlar, şarkıyı mırıldanmaya başladığımda ise kolayca uykunun kollarına bırakırlardı kendilerini. Kulakları bebekliklerinden itibaren sanat müziği ile dolduğundan mıdır bilmem, çocuklarım her tür müziğe düşkündüler.
Bu tutkunluk folklor kursu ile daha hoş bir zemine kaymıştı. Oğlum kursa başlayıp da evde de öğrendiklerini tatbike başlayınca Elif’im kardeşini
kıskanmaya başladı.
- Anne , bak, bende yapabiliyorum ne olur beni de kursa gönder.
- Kızım zordur, yapamazsın.
- Yaparım anne, sen bana hep biz güçlüyüz başarabiliriz demiyor musun ?
- …..?
Haklıydı …doğduğundan itibaren kulağına hep bu sözleri fısıldamıştım.
- Biz güçlüyüz, başarırız…
Gerçekten de birçok şeyi başarmıştık.
- Tamam, yarın öğretmenine sorarım
- Yaşasın
Koşa koşa kardeşinin yanına gitti, heyecanla ben de öğreneceğim senin öğrendiklerinden diye anlatmaya başladı. Birlikte oğlumun öğrendiklerini yapmaya başladılar. Aslında yapabiliyordu. Geçen yıl kızımın sadece kenardan seyrederken figürleri öğrendiğini biliyordum ama şimdi öğretilen farklı yörenin oyunu. Üstelik Kafkas oyununu sergilemesinin üzerinden yaz mevsimi geçmişti. Okullar yeniden açılmış ve en azından altı ay da öyle geçmiş.
Zaman içinde unutmuş olduğunu, ilgisinin azalmış olduğunu düşünmüştüm açıkçası. Onları seyredince kızımın gerçekten kıvrak hareketlerle kardeşini taklit ettiğini ve birebir benzettiğini görünce heyecanlandım. Sabah ilk işim okula gidip öğretmen hanımla görüşmek oldu. Öğretmen olaya çok sıcak bakıyordu zira geçen seneden dersimizi almıştık her ikimiz de. Daha sonra kurs öğretmeni ile görüşüp kızımın özel durumunu anlattım.
Öğretmen hepimizden fazla olumlu yaklaştı, zira özel eğitime muhtaç çocukların okullarında da dersler vermişti ve bu konuda oldukça deneyim sahibi olduğunu söylüyordu. Körün istediği bir göz, Allah verir iki göz denir ya hani işte tam öyleydik. Sonuçta kursa kaydı hemen yapıldı.
Akşam iş dönüşünde ona bu haberi verdiğimde nasıl mutlu olacaktı kim bilir?
Gün bitiminde evime döndüğümde kızım gözleri ışıl ışıl karşıladı beni. Tamam dedim, kursa yazdırdım seni de.
Yüzündeki aydınlanmayı kelimelerle anlatamam. Böyleydi benim kızım.
Ağladı mı bütün yüzü ağlardı, güldü mü yüzünde güller açardı. Nihayet kızım da kursa başladı. Hafta arası öğretmenlerin tayin ettikleri zaman dilimlerinde ve hafta sonları ise sadece Cumartesi günleri çalışıyorlardı. Güzel kızım Öğretmeninin öğrettiklerini kısa sürede kavrıyor, hem okulda hem evde hiçbir anı boşa geçirmiyor, devamlı tekrarlar yapıyordu.
Kurs çok iyi gidiyordu, çocuklarım mutluydu. Oğlum daha önce başladığı için oldukça ilerlemişti. Elif Nur da birçok figürü kolaylıkla yapabiliyordu. En başarılı olduğu bölüm ise Kafkas folkloru. Eh, geçen yıldan deneyimli tabi. Kurs öğretmeni çok memnundu. Elif’in umulandan çok ama çok iyi olduğunu söylüyor, pek çok engelliyle çalıştığını, kızımın kendisinden beklenemeyecek derecede başarılı olduğunu söylüyordu.
Elbette bunları işitmekten ne denli mutlu olduğumu, gurur duyduğumu anlayabiliyorsunuz değil mi? Hangi anne evladıyla gurur duymaz?
Her Cumartesi iki kardeş birlikte okula gidiyorlar, folklor çalışmalarını yapıp yine birlikte geri dönüyorlardı. Görünüşe göre her şey yolunda gidiyordu.
O Cumartesi de heyecanla okula, kurslarına gittiler. Bir saat dolmamıştı gideli, oğlum geri geldi.
- Niye geldin oğlum ?
- Bizim öğretmenimizin işi varmış, biraz gösterdi sonra da bize evinize gidin dedi.
- Eee kardeşin nerede ?
- O okulda kaldı, onların öğretmeni ayrı ya anne.
- Oğlum, ben sana tembih etmedim mi kardeşini tek başına bırakma diye, koş, okula git.
Allah korusun başına bir şey gelse ne yaparız sonra?
Oğlum ayakkabılarını giymeye gittiğinde, aşağıdan oğluma seslenildiğini duydum. "Biri sana sesleniyor" dedim.
Oğlum balkona yürürken telefon acı acı çaldı.
- Ben, okuldan arıyorum, Elif Nur yine trafik kazası geçirdi, hastaneye götürdüler şimdi…
Hastane yolu bitmek tükenmek bilmiyor gibi…Oysa evimle hastane arası öyle aman aman bir uzaklıkta değil. Bir ara dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim, dizlerimin üzerine çöküverdim. Yanımızdan geçen araba kendi mi durdu, ben mi el edip durdurdum bilmiyorum ama şoförün yanında oturan gence "evladım ne olur bizi hastaneye yetiştir, kızım kaza geçirmiş" dediğimi unutmadım hiç. Onlar her kim idiyse Allah razı olsun.
Hastaneye geldiğimizde okuldaki öğretmenlerin çoğu oradaydı. Kimi beni teselli için korkma bir şeyciği yok diyor, kimi olayı anlatıyor.
Oysa benim derdim kızımı görmek…
Çocuğum yok ortada… Acaba ?
- Korkma diyorlar, şimdi röntgen çekiliyor, az sonra gelecek diyorlar.
Ya gelmezse?