Her iş günü çocuğundan ayrılmak, çalışan anne için bir kabustur
Anne işe gitmek üzere çocuğundan her ayrılışında, onun tehlikede olduğunu, bu tehlikeyi fark edemeyeceği için bertaraf edemeyeceğini, dolayısı ile çocuğunu koruyamayacağı ve onu kaybedeceği endişesini yaşar. Anne, başkasına emanet ettiği çocuğunun beslenmesinin, temizliğinin ve bakımının yeterince yapılamayacağından kaygı duyar. Çocukların maruz kaldığı her türlü taciz, çalışan annede kendi çocuğuna da benzer bir taciz gerçekleşecekmiş korkusu yaratır. Annenin uykuları kaçar, hırçınlaşır, kendi hazlarından vazgeçer, davranışlarında depresyon öğeleri ortaya çıkar.
İşten geri kalan zamanının önemli bir kısmını kendi ev işlerine ayırmak durumunda kalan ve aşırı yorulan annenin, çocuğuna ayırabileceği zaman daralır. Yorgun anne ve çocuk başbaşa kaldıklarında, bu dar zamandan yeterince yararlanamazlar. Anne kendini yetersiz hisseder. Bu durum, çalışan annenin stresini bir kat daha arttırır.
Çocukla beraber olunan süreyi etkili kılabilmek için, davranışın altında yatan dürtü
doğrultusunda davranılmalıdır
Çocuk, yetişkinin küçük bir kopyası değildir. Yetişkinden çok farklıdır. Yaşa bağlı olarak sürekli ve süratli bir değişim gösterir. Kaldı ki, yetişkin de sürekli bir değişim içindedir. Ancak yetişkinin içinde bulunduğu devinim çocuğunkinden birkaç anlamda önemli ölçüde farklıdır. Şöyle ki; yetişkinin içinde bulunduğu devinim çocuğunkine göre oldukça yavaştır. Yani çocuk neredeyse aylar içinde başka kimlik dönemlerine geçiş yapıyor olmasına rağmen yetişkinde bu değişim süreleri 10?ar yıl gibi uzun aralar ile gerçekleşir. Bu değişim süreçleri yaş ile bağımlıdır.
Çocuğu yetişkinden ayıran bir diğer önemli nokta, çocuklukta beynin yeni yapılanıyor olmasıdır. O nedenle, yaşananlar beynin kendi dokusuna kaydolurken (sinaptik yapılanma), yetişkin dönemde hafıza ya da benzeri öğrenme alanlarına kaydolur. Bir başka deyişle, çocuklukta yaşananlar hatırlanmaz ama hiç unutulmaz. Oysa yetişkin dönemde yaşananlar hatırlanır ama hep unutulur. Paradoksa benzer bir söylem olmakla, bu gerçek her alanda kendini hissettirir.
Örneğin, kişi anadilini nerede, ne zaman ve kimden öğrendiğini hatırlamaz ama anadilini hiç unutmaz. Oysa bir yabancı dili nerede, hangi sözlükten, kimden ve nasıl öğrendiğini hatırlar ama, o dili konuşsa, o dilde yazışsa dahi hep sözlüğe bakmak ihtiyacı hisseder. Buradan, beynin çocuklukta şekillendiği, yetişkin dönemde kazanılmış bu şeklin üzerine yeni kayıtların yapıldığı anlaşılır. Belki de, annelerin çocuk yetiştirirken gösterdikleri hassasiyetin altında bu gerçeğin içgüdüsel olarak farkında olduklarının payı vardır. Anne, yetiştirmekte olduğu çocuğunun üzerindeki kalıcı etkisinin farkında olduğu içindir ki, özellikle hata yapmamak adına duyduğu sorumluluk duygusu onun davranışlarına yansır.