“Çocuğum olduğu için dışarı adım atamıyorum” diyorsanız yanınızdaki minik kaşifle tanışmayı ihmal etmişsiniz demektir…
Bir zamanların çok satan kitaplarından birisi olan Sofi’nin Dünyası, felsefe tarihini kurgusallaştırırken öte yandan filozof olmak isteyenler için altın kuralları sıralamayı da borç bilir. Bu kuralların ilki “hayret etmektir”. Mistik, parıltılı, büyüsel, paranormal olaylara değil; çevremizdeki aleleade şeylere hayret etmek… İnsanoğlu, zaman içerisinde bu tarzda hayreti unutmuştur. Portakal ağacında patlayan tomurcuk, mevsimi geldiğinde patlamaktadır zaten… Deniz gökyüzü sayesinde mavi mavi yansırken, bir kasenin içine girdiğinde içme suyu kadar şeffaftır ama kime ne? Kar tanelerinin eşsiz olduğu gerçeği, karlı bir günde kayıp düşmemek için gerekli bilgi değildir. Bütün bunlar ve bu gibi dünyayı mucizeler arenası olarak yansıtabilecek ayrıntılar, hayret etmeyi unutan bizler için vazgeçilesi, kalabalık veya çok çok eğlenceli birkaç bilgidir. İnsanların derdi ekmeğini kazanmak, onu yemek ve yenisini kazanabilecek kadar kendisine güç toplamaktır artık. İnsanı insan yapan keşfedişler, yerini “hayatta kalmak” kadar basite indirgeyebileceğimiz bir ilkeye bırakır anlayacağınız… Günümüz dünyasında ekmek peşinde koşanları kınamak yersiz olur. Ama kişi, kendi doğasını, vahşi bir canlınınkinden ayıran o temel itkinin eksikliğini daima çekecektir. Yüreğinde ve belleğinde duran, “hayret” ve “merak” boşluğunu derinden ve sessizce hissedecektir. Sonra bu yüzden –evet belki de sırf bu yüzden- mutsuz olacak ve mutsuzluğunun nedenini hiçbir zaman bilemeyecek, doyumsuzluğunun, tatmin olmazlığının sırrını asla çözemeyecektir.
Peki, kişi yitirdiği en basit tarzdaki “hayret etmek” yetisini nasıl yeniden kazanabilir? Bu yeti, öğrenilen bir şey midir? Yeterince çalışarak yerine konabilir mi, örneğin? Peki, hayret ve keşif yoksunluğumuzu cüretkar bir şekilde teşhis eden Sofi’nin Dünyası isimli kitabın bir telafi reçetesi var mıdır? Yoksa vaka, biz yetişkin homosapiensler için ümitsiz midir?
Evet vardır… Kitap, biricik reçetesiyle karşımıza çıkar.
Bir çocuğu gözlemlemeyi önerir yazar… Bu yalın tavsiyesinde oldukça haklıdır.
Her gün görmekten, işitmekten, tatmaktan, koklamaktan ve temas etmekten yorgun düştüğümüz; duyarsızlaştığımız şeyleri ilk kez deneyleyen bir çocuğun öğrenişine ortak olmayı salık verir. Bir çocukla yaşamak, bütün yorgunlukları, zahmeti ve masrafına rağmen insanın uyumakta olan hayret ve tabii ki heyecanını ayaklandırabilmesi için tek lütuftur.
Görmekten sıkıldığınız yerleri, dört başı mamur bir seyahatgâha çevirecek olan; çocuğunuzun keşfetme “mecburiyetidir.” Alçakgönüllülüğünüzü takınıp, yalnızca “kılavuz” olmayı kabul ederseniz eğer, yanınızdaki küçük insanın ne kadar kocaman bir keşif yetisine sahip olduğunu göreceksiniz. Size sorduğu sorulara, kestirme yanıtlar vermek ve onunla başlayacağınız serüveni bir çırpıda sonlandırmak sizin elinizde ama bana sorarsanız,
- Gittiğiniz yerlerin öykülerini öğrenmeyi ya da sizin için önemli olan bir yeri “öyküleştirmeyi” unutmayın…
- Fotoğraf çekmek, kartpostal göndermek, küçük hatıralıklar biriktirmek, çakıl-midye toplamak gibi seyahatleri heyecanlı ve sihirli kılan birkaç alışkanlığı çocuğunuza kazandırabilir; size asla itiraz edip, bahaneler sunmayacak bir yol arkadaşı edinin…
- Tedbirli olmak en iyisidir. Ama bir noktada, taze bakışlar ve keşif ruhu çocuğunuzdadır… Yani güvenlik anlayışınız onun kaşif tavrını sekteye uğratmamalı…
- Küçük bir kentte ya da ilçede yaşıyor olabilirsiniz… Ama her yer, özel mekanlar içerir… Ya da siz kentlerin parçalarını özel kılabilirsiniz… Bunu başaran anne babaları tanıyorum… Belki siz de onlardansınız.
- Bazen seyahat, varılan noktadan ziyade gerçekleşme biçimi olarak törenseldir. Söz gelimi, ben Mersin’de yaşayan bir anne olarak, oğlumla trene bineceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum. İzmir’de yaşayan bir anne, defalarca kullandığı şehir hatları vapurunda çocuğu ile şahane deneyimler yaşayabilir. İstanbul, sadece bir kaos kumbarası değildir… Kırmızı tramvaylar için seçilmiş hafta içi günlerinden bir tanesi, çocukların hayır diyemeyeceği kadar caziptir. Faytonlar, teleferikler, bisikletler… Sadece yerler değil, bizi o yerlere ulaştıran araçlar bile kendi başlarına bir iştah açıcıdır.
- “Çocuk buradan sıkılır!” sözünü duyar gibiyim… Örneğin tarihi bir mekan… Siz o tarihin öyküsünü kurgusal ve dramatik bir biçimde anlatmayı deneyin… Yorumlamayı ve ilgiyi çocuğunuza bırakın…
Ne olursa olsun, “çocuklarla gezmek imkansızdır” düşüncesini bir pranga gibi ayağımıza takmaya mecbur değiliz… Hem üstelik onlar, görmeye ve öğrenmeye bu kadar açken; enerjileri bitimsiz, merakları coşkunken… Kapıyı aralayıp, nereye gidebilirsiniz? Bugün kendinize bunu sorun…