Çocuklarımıza çok yüklü rüşvetler ödediğimizi, onları hak ettiklerinden fazlasıyla ödüllendirip, donattığımızı ve bunu yaparken çoklukla ebeveynler olarak en iyisini yapmaya çalıştığımız için gururlandığımızı farkında mıyız?
Oysa, çocukların ilk başta küçük şeylerle mutlu olabilecek şekilde doğduklarını söyleyebilirim. Onlara “rüşvet” mantığını öğreten bizler, aslında ellerinden kolay mutlu olma fırsatlarını alıyoruz. Böylelikle, ne yaparlarsa yapsınlar, bir türlü tatmin olamıyorlar; dahası onlara vaat ettiğiniz hiçbir şey küçük yüreklerini heyecanla harekete geçirmiyor. İşin aslı, bizler de drama kabiliyetlerimizi askıya almışız. Bir çocuğa sunduğumuz şey ne olursa olsun, oyunbazlığımız, küçük vurgularımız onları ateşleyebilir ama küçük seremonileri onlara çok görüyoruz. Söz gelimi, çocuğunuza ya da çocuklarınıza hayvanat bahçesine gideceğinizi haber vereceksiniz.
Örnek-1: (“Bu akşam yemekte barbunya pilaki var…”) lütfen bu cümleyi kendi kendinize sesli olarak okuyun. Sakinsiniz. Önemli bir haber vermiyorsunuz. Sadece akşam, sofraya konacak mönüdeki sıradan bir parçayı bildiriyorsunuz… Şimdi, aynı tınıyla, “Çocuklar, hafta sonu hayvanat bahçesine gidiyoruz!” cümlesini okuyun… Böyle bir ses tonuyla verilen haber, kimseyi heyecanlandırmaz. Bazı gezilerin, sizin için cazip olmasa da çocuklarınızı ne kadar eğlendireceğini unutmayın.
Örnek-2: (“Buzdolabındaki yemekleri ısıtacakken tüp bitti. Tüpçüyü arayamadım, telefon bozuk!”) Bu aksiliklerle dolu cümleyi nasıl okursunuz? Sanıyorum, en şikayetçi ses tonunuzu takınırsınız. Şimdi, aynı tınıyla, “Çocuklar, hafta sonu hayvanat bahçesine gidiyoruz!” cümlesini okuyun… Eğer çocuklarınız sesinizdeki bu tınıyla verdiğini haberi özdeşleştiriyorsa, oturup ağlamadılarsa şükredebilirsiniz. Bazı geziler, sizin işlerinizi aksatıyor olsa dahi çocuklarınız yalnız başlarına gezi planı yapacak kadar büyüyene dek, onların nitelikli ve eğlenceli vakit geçirmesi sizin sorumluluğunuzda. Aksayan işlerinizin acısını onlardan çıkartmayın!
Örnek-3: ( “Bugün bayram!”) Kendi sesinizden duyduğunuz en coşkulu tonda bu cümleyi okuyun… Sesinizde çiçekler açıyor, havai fişekler patlıyor, kurduğunuz cümleden fener alayları geçiyor. Bu heyecan ve sevinci takınarak söyleyeceğiniz herhangi bir cümle, çocuğunuza sunduğunuz küçük ve mütevazı bir eğlence ve gezi planını onun için ne kadar heyecanlı hale getirecektir. Şimdi, aynı tınıyla, “Çocuklar, hafta sonu hayvanat bahçesine gidiyoruz!” cümlesini okuyun… Size konuya dair sorular sormaya başlayacaktır. Zaten cevabını bildiğiniz, sıradan sorular olabilir tüm bunlar… Ama aynı coşku ve oyunculukla ona anlatmaya devam edin. Onu, küçük geziniz için ne kadar heyecanlandırırsanız o da gördükleriyle aynı oranda mutlu olacaktır.
BU HAFTA NE YAPALIM?
Kartpostal gönderelim:
İlk gençlik yıllarımın bütün yazlarını, annemin yanında yani İstanbul’da geçirince; ardından liseyi İstanbul’da bitirip, ayağımın tekini orada bırakınca; bir bakıma müzmin İstanbulcu sayılınca, bu kente dair asla uyanamayacağım birtakım konuların var olduğunu anladım.
1) Kalmak için, İstanbul’da otel aramayacaktım. Dolayısı ile otel kültürüm hiç gelişmeyecekti.
2) İstanbul’un turistik ve tarihi parçalarını, burayı ilk kez ziyaret eden bir turistten yıllar sonra fark edecektim. Neyse ki, büyüklerim merakımı kanırtacak ve on beş yaşına bastığımda gezilerime start vermiş olacaktım.
3) İstanbul kartpostalı almayacak ve göndermeyecektim. Eğer 2010 senesinde erguvanlı İstanbul kartpostalı posta kutuma düşmeseydi…
O zaman anladım ki, sevdiklerinize kartpostal göndermek için yaşadığınız yerden uzaklaşmanız gerekmez. Bu alışkanlığı edinmek için hemen şimdi başlayabilir; klasik bir kent turunda artık nadide sayılabilecek bir alışkanlık olan kartpostalla selam gönderme geleneğinin parçası olabilirsiniz. Bana erguvanlı İstanbul kartpostalını gönderen büyüğüm, oğluna kartpostal gönderme alışkanlığı kazandırdığını anlatmıştı. Gittikleri bütün yurt dışı, şehir dışı seyahatlerin yanı sıra; güzel bir kartpostalı paylaşmak istediği her an ona yardımcı olduğunu söylemişti. Bu sayede, yolda, oturduğunuz binada ya da iş yerinde karşılaştığınızda size kafasını çevirip, selam vermeye bile üşenen genç neslin yerine alternatif bir gençlik ortaya çıkabilir… Yüzünüze selam vermekten çekinmediği gibi, uzaklara gittiğinde sizi anımsayıp bir hatır sormak için kartpostal gönderen bir nesil…
Mersin’de sıcaklar…
Akdeniz’in kıyı coğrafyasında amansız sıcaklar başladı mı, ahaliye üç çıkar yol vardır. Hele de çocuklu ailelerin tatil periyotları dışında yapabilecekleri sınırlıdır. Bu durumda günübirlik çareler üretmekle, kendinizi klimalı yerlerin insafına terk etmek arasında gider gelirsiniz. Ama klimalı, kapalı bir ortam çocuğunuzla paylaşmak için ne psikolojik ne de fiziksel olarak sağlıklıdır. O halde size görünen o 3 çıkar yol nedir?
1) Yaylalara çıkar, minyatür bir Karadeniz havasıyla ferahlarsınız.
2) Deniz kenarına koşar, güneşin hırçınlığını lehinize çevirirsiniz.
3) Kentte kalır ve hayatınızı sorgularsınız.
Kente gerçek yaz, akşamları da hava durgunlaşmaya başladı mı geliyor… Eğer nemin yarattığı ağırlık nedir, bunu bilmek istiyorsanız Temmuz, Ağustos ve Eylül başında kent merkezini ziyaret edin. Ama siz de ‘kalsın, ben diğer seçenekleri göreyim’ diyorsanız, benim gibi Gözne Yaylası’na uzanabilir, orada uzun ve güzel bir piknik yapabilir, yeşilin ve temiz havanın tadını çıkartabilir ve hatta sezonluğu 300 liradan başlayan evlerden birini kiralayabilirsiniz. Araba trafiğinin yerini kuş cıvıltılarının aldığı bir yer Gözne. Lezzetli sebze ve meyve satan yerliler; bin türlü yemiş fışkıran ağaçlar ve gün boyu oynayan çocuklar yaylanın özelliklerinden.