İki cam tutkununun yarattığı; heyecanlandıran, etkileyen, insanı saatlerce esir eden, ölümsüzleşen camlar… Aslında onlara “camdan heykeller” demek daha doğru… Olağanüstü estetik, mükemmel bir ustalıkla cama milim milim işlenmiş… Öyle ki burada cam, adeta çılgınlık seviyesine gelmiş… Erkin Saygı ve Ruhcan Topaloğlu’nun “Cam Atölyesi” adını verdikleri dünyalarında yarattıkları eserler insanı adeta hipnotize ediyor…
Erkin Saygı ve Ruhcan Topaloğlu’nun yolu “cam”da birleşmiş. İkisi de eski Paşabahçeli… Paşabahçe’de çeşitli kademelerde çalıştıktan sonra 1990 yılında Paşabahçe Mağazaları A.Ş. Genel Müdürü olan Erkin Saygı, bu görevi sırasında cam kesme ustası Ruhcan Topaloğlu ile tanışmış ve onun yeteneklerini hemen fark etmiş. Cam Atölyesi ise her ikisinin de emekli olmasından sonra kurulmuş.
“Burada özel olarak ürettirilen içi boş kalın bir elipsoid küre cam kesilerek, yontularak, yer yer cilalanıp yer yer matlaştırılarak bir heykelcinin taşı, mermeri, graniti işlediği gibi işleniyor. Bu arada camın tüm özellikleri de sonuna kadar dikkate alınıyor.”
TAM BİR CAM TUTKUNU
Erkin Saygı’nın Paşabahçe yolculuğu, 1966 yılında başlamış. Paşabahçe Mağazaları Anonim Şirketi’nin Genel Müdürlüğü’ne atanınca projelerini hemen ertesi gün uygulamaya koymuş. Erkin Saygı’nın başlattığı Paşabahçe Butik ürünleri günümüzde de devam eden başarılı bir başlangıç olmuş. Saygı: “Paşabahçe Art Colection, Beykoz, Anadolu Medeniyetleri ve Osmanlı serisini çıkardık. Türk insanı bunları olağanüstü şekilde beğendi ve benimsedi. Benden sonra da daha iyi ve güzellerini yaparak serileri günümüzde de devam ettiriyorlar.”
BİR YILDA 30-40 TANE
Erkin Saygı, 2001 senesinde emekli olduktan sonra aslında Marmaris’e yerleşip farklı bir hayat kurmayı planlarken kendini birden bambaşka bir dünyanın içinde bulmuş. Ruhcan Topaloğlu ile bir cam atölyesi kurarak orada çok özel çalışmalar yapacağı aklının ucundan bile geçmiyormuş. Çok ses getiren ürünleri yaptıkları Cam Atölyesi’nin kuruluşu da çok tesadüfi olmuş.
Bu atölyedeki çalışmaların hiçbiri bir başka yerde yapılmıyor. Burada yılda en fazla 30-40 tane üretebiliyorlar. Bütün eserler bir tane, isteseler bile bir eşini yapamıyorlar. Ancak çok sevdikleri bazı eserlerin kısıtlı sayıda benzerlerini yapmaya çalışıyorlar.
TOPKAPI SARAYI’NDAKİ MUHTEŞEM SERGİ
Atölyede çalışmaya başladıktan sonra ilk sergilerini Topkapı Sarayı’nda açtıklarını belirten Saygı, bu sergiyi “olağanüstü” olarak tanımlıyor. Erkin Saygı: “Serginin açılmasında Didem Çapa’nın ve Topkapı Sarayı Eski Genel Müdürü Filiz Çağman’ın çok katkıları oldu. Üç ay boyunca eserlerimiz Topkapı Sarayı gibi olağanüstü bir mekanda sergilendi. Burayı, dünyanın her tarafından gelen binlerce ziyaretçi gezdi. Nitekim, Hollanda ve İngiltere sergilerimiz, eserlerimizi bu sarayda gören bir Hollandalı ve bir İngiliz cam severin katkılarıyla açıldı. İlk sergiden sonra Hollanda’da işler kendi kendine yürümeye başladı. Hollanda’da peş peşe üç galeride sergi açtık. Şu anda iki galeri daha bizden tarih bekliyor. Bunlar için bizim çaba sarf etmemize de gerek kalmıyor. Türkiye’den daha çok Hollanda’da tanıyoruz, koleksiyonlarında bizim ürünlerimize yer veren bir çok koleksiyoner var.
“Eserlerimiz Hollanda basınında çok ilgi gördü çok ses getirdi. ‘Hipnotize eden Türk camları’, ‘General gibi camlar’, ‘saygı uyandıran camlar’, ‘şehvet hissi uyandıran Türk camları’ dediler. Prof. Dr. Önder Küçükerman, ‘Erkin bunları çılgınlık seviyesine getirdin’ yorumunu yaptı.’
KUTSAL KASE GİBİ
Erkin Saygı, Topkapı Sarayın’daki sergiyi gezen bir İngiliz roman yazarının, eserlerin İngiltere’deki tanıtımlarını gönüllü olarak yaptığını söylüyor. Londra’daki sergiye katılmaları için hem de Dış İşleri Bakanlığı hem Londra Büyükelçiliği ve özellikle Büyükelçimizin eşi Esin Alptuna’nın olağanüstü yardımcı olduğunu belirtiyor
Saygı: “Üzerimize titrediler, ürünlerin sergilenmesi için maddi destek sağladılar. Altı günde 32 bin ücretli giriş ve belki de bir o kadar davetiyeli girişin olduğu bir fuarda ürünlerimizi sergiledik. Orada aldığımız tepkiler ayaklarımızı yerden kesti. İngilizlerin ürünlere ilgisi müthişti. Tutuşları bile farklıydı... Sanki ellerine, kutsal bir kase vermişsiniz gibiydi. 60 yaşlarında bir bayan, eserlerimize uzun süre baktı. Ben de dokunması için eseri eline verdim. “Bu benim kafamdaki Türkiye imajıyla hiç örtüşmüyor, Türkiye’ye gelmeliyim” dedi. Orada İrlanda’dan, İngiltere’den, Amsterdam’da bir galeriden davet aldık. Victoria Albert Müzesi’nden bir yetkili, bizlerle görüşmek istedi. Bu yıl sonu Amerika’da sergi açmak için çaba gösteriyoruz.
Erkin Saygı
1945 yılında İstanbul'da doğdu. Yüksek tahsilini yaparken 1966 yılında Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.'de çalışmaya başladı. Yüksek tahsilini ve İşletme İktisadı Enstitüsünü burada çalışırken bitirdi. 1990 yılına kadar bir çok kademede görev yaptı. 1990 yılında Paşabahçe Mağazaları A.Ş. Genel Müdürlüğüne atandı ve emekli olduğu 2001 yılına kadar bu şirketin genel müdürlüğünü yürüttü. Emekli olduktan sonra Ruhcan Topaloğlu ile birlikte Cam Atölyesini kurdu.
Ruhcan Topaloğlu
1961 yılında İstanbul’da doğdu. 1973 yılında Paşabahçe Fabrikasında açılan cam kesme kursuna katıldı ve bu kursu birincilik derecesiyle tamamlayarak çalışmaya başladı. 1997 yılında Paşabahçe Mağazaları A.Ş.’ye geçti ve 2001 yılına kadar bu şirketteki çalışmalarına devam etti. 2001 yılında emekliye ayrıldı. Aynı sene Erkin Saygı ile birlikte Cam Atölyesini kurdu. Evli ve bir çocuk babası.
Camlar nasıl biçimlendiriliyor?
İşlenmemiş ham halleriyle 5-15 kg. civarındaki camlar, günler ve haftalar boyunca, özel işlemlerle kesiliyor, aşındırılıyor, oyulup düzeltiliyor, dokulandırılıyor, yer yer parlatılıp, yer yer matlaştırılıyor hiçbir aşamada kumlama, asitleme vb. bir teknik kullanılmıyor.
BAKMAYA DOYAMIYORLAR
Cam Atölyesi’ndeki muhteşem camların her biri tek, benzeri yok… Hepsini kendileri için yaptıklarını söyleyen Saygı, “Yapalım da para kazanalım diye yapmıyoruz. Biz bakmaya doyamıyoruz” diyor. Yurtdışında açtıkları sergilere rağmen Türkiye’deki galerilerin ilgi düzeyleri onları üzüyor. Böyle olunca ister istemez yurtdışına gitmek zorunda kaldıklarını belirtiyorlar.
Prof. Dr. Önder Küçükerman bu camların her birini ayrı bir şiir olarak nitelendiriyor. Küçükerman Cam Atölyesi’ni ve burada yaratılansanatı şöyle anlatıyor: “Cam Atölyesi ile, cam içindeki 35 yılı aşan yaşamının yeni bir yaratıcı ürününü ortaya koydu Erkin Saygı. Tarihsel Türk cam sanatının İstanbul'daki merkezi olan Beykoz'da, Beykoz camcılığının mirasını canlı tutuyor ve çağdaş cam sanatının çok değişik alanındaki en zor ürünleri yaratıyor. İzleyenleri cam sanatının müzelerdeki nadide örnekleri arasına taşıyor.
Burada özel olarak üretilen kalın ve temel formlardaki camlar inanılmaz bir sabırla biçimlendiriliyor. Bu işe camın kendisi bile şaşırıyordur; üretilmesi bir kaç dakika olan cam, bazen bir hafta boyunca dört bir yanından, özel işlemlerle kesiliyor, düzeltiliyor, dokulandırılıyor, parlatılıyor ve son biçimi veriliyor... Unutmamak gerekir, camı üretenler genellikle saate bakar. Oysa burada takvime bakılıyor.
Camı kesmek demek, tek parça ve çok asil bir malzemeyi sonsuz bir yaratıcılıkla yeniden biçimlendirmek demektir. Üstelik bütün bu kesimler sadece 'saydamlığın boşluğunda' tasarlanır, dönen taşın ucunda biçimlendirilir. Çünkü bu camların her biri tek tek yaratılmıştır... Her biri ayrı bir cümle, her biri ayrı bir şiirdir.
Cam atölyesinde büyük bir özenle üretilen bu eserleri elinize alıp dikkatle bakın. Onların ağırlığında, Anadolu'nun binlerce yıllık tasarım birikiminin büyüklüğünü hissedersiniz. Camlara biraz daha yakından bakarsanız, Romalı ustaların bugün müzelerde bulunan eserlerindeki doku ve izleri görürsünüz. Camların üzerindeki derin kesmelere dokunursanız, Avrupa cam mirasının en eski ve prestijli sayfalarına dokunur gibi olursunuz. Ama bu kalın ve ağır camları kulağınıza yaklaştırırsanız, çağdaş yaratıcılığın sesini duyarsınız.”
35 YILLIK USTALIK
Ruhcan Topaloğlu’nun yeteneğini ilk önce kurs hocası keşfetmiş. 1973 yılında Paşabahçe’nin çıraklık kursuna katıldığında ilk gün hocası yaptığı kesimlere inanamamış. Bir cam atölyesinde çalıştığını düşünerek hangi atölyede cam kesmeyi öğrendiğini sormuş. İlk defa cam kestiğini duyunca hayretler içinde kalmış. Topaloğlu’nun böyle başlayan cam serüveni Paşabahçe’de devam etmiş. Emekli olmasına iki sene varken Erkin Saygı ile tanışmış. Topaloğlu: “Erkin Bey, bakan değil gören bir insan. Benim cam konusunda ne kadar iyi şeyler yaptığımı gördü ve benim gelişmem konusunda son derece etkili oldu. Yıllardır çalışıyordum ama kimse benim bu yeteneğimi fark etmemişti” diyor. Kavacık’ta yer alan Cam Atölyesi’ndeki cam eserlere saatlerce bakmak mümkün. Ustası da öyle diyor zaten. Ortaya bir ürün çıktığında hiç bıkmadan beş, altı saat bile onu seyredebildiğini söylüyor Ruhcan Usta. Her biri ayrı güzel, ışığa göre rengi, duruşu, verdiği enerji değişiyor. Öyle ki, bu güzelliğe dokunmamak içten değil… Prof. Tamer Başoğlu bu ürünleri bakın nasıl anlatıyor:
CAM’A SAYGI
“Malzemenin her çeşidiyle uğraşan bir heykel sanatçısı olarak önünde tek durduğum malzemenin cam olduğunu çok samimi olarak itiraf etmek isterim. Korktuğum, çok arzu etmeme rağmen dokunmaya bile cesaret edemediğim malzemedir cam. Seramikle hem çok farklıdır, hem çok benzerler. Seramik ve camdan yapılmış objeler genellikle içlerinin boş olduğunu dışardan bakıldığında hissettiren, ne kadar artistik ve estetik kaygılarla üretilirlerse üretilsinler aynı zamanda fonksiyonel yükümlülüğü olan ürünlerdir, açımlamaz üretim teknikleri nedeni ile belirli kalınlıklarda üretilebilmeleri, kırılgan olmaları cam ve seramik objeleri birbirleri ile münasebete zorlamaktadır. Alev Ebuziya'nın seramikleri ile Erkin Saygı'nın camlarında olduğu gibi.
Şimdiye kadar, eritilmiş cama, üfleme veya metal bir kalıbın içinde şekil almasını sağlamak yöntemiyle cam hamuruna sıcak iken müdahale edilerek biçim verildiğini, ayrıca sıcak iken biçim verilmiş camlara soğuduktan sonra kesme yöntemiyle dekor ve süsleme yapıldığını biliyoruz. Buradaki yöntem ise çok farklı, özel olarak ürettirilen içi boş, kalın bir elipsoid küre cam kesilerek, yontularak, yer yer cilalanıp yer yer matlaştırılarak bir heykelcinin taşı, mermeri, graniti işlediği gibi işleniyor. Bu arada malzemenin saygın özelliğinin de sonuna kadar dikkate alındığını görüyoruz.
Adını tam olarak koymak pek kolay değil, belki çanak, kase, vazo gibi içine sulu, kuru, çiğ, pişmiş vb. maddeler, ya da başka objeler konabilecek kaplar görünümünde ya da işlevinde olabilecek bu yapıtların yukarıdaki adları taşımak ya da o işleri görmek gibi bir arzuları yok, asla böyle tanımlanmak istemiyorlar.”
Züccaciye Dünyasına Focus, Boyut Yayın Grubu