Öğrenilmiş bilgiye dair işler yapanlarla yeteneklerine göre işler yapanlar farklı insanlardır. Misal; benim eşim makina mühendisi. Onun olaylara bakışı, bir durumu inceleyişi ve kararlarıyla benimkiler hakikaten (sıklıkla) çok farklı olur. Sarhan daha mantıkla bakar. Artı ve eksileri hesaplar, bir akıl yürütür, bir denklem yapar ve oradan sonuca ulaşır (genelde de haklıdır). Ben daha duygularımla hareket ederim. Burada duygu “duygusallık” değil illaki. Öfke de bir duygu dimi sevgili okur? Benim ne ve nasıl hissettiğim o denklem ve orantıdan daha ağır basar. Ben bir davranışımı “bunun sonuçları bana ne olur?” dan ziyade “şu anda ben ne hissediyorum” üzerine kurarım. Konumuz hangisi doğru hangisi yanlış değil. Konumuz, hayatlarında yetenekleri edinilmiş bilgilerinden ağır basan insanlar bir miktar değişik olurlar hususu. Bu gayet doğaldır. O bir miktar değişiklik sebebiyle yapmakta oldukları işleri yapabilmektedirler zaten.
Dünyanın en zor şeyi kendini sana dayatılan sosyal doğrulara sığdırmaya çalışmak. Gerçekten. Nefes alamıyorsun. O kalıp öyle sıkışık, öyle daracık ve karanlık ki... Hani sığamamak öyle doğal ki aslında... Ama gel gör ki azınlıkta olduğundan normali o saçmalığa uymak kabul ediliyor.
Saçma sapan bir durumla karşılaştığında gayet doğalmış gibi davranman gerekiyor. Karşında biri patır patır yalan konuşurken inanmış gibi yapman gerekiyor. Basit ya da görgüsüzce bir durumla karşılaştığında bunu hiç dile getirmemen gerekiyor. İnsanların yaşadığı aşağılık komplekslerinin ve bunu ne şekilde dışa vurduklarının farkında değilmişsin gibi yapman gerekiyor. Dedikoducularla dedikodu yapman, yalancılarla yalan konuşman... Sana karşı kıskançlık içinde olanların farkında değilmişsin gibi yapman gerekiyor, seni taklit edenleri görmüyormuşsun gibi davranman gerekiyor, sürekli ve mübalağalı davranışlarda bulunan insanlara tepki vermemen gerekiyor. Salağa salak dememen gerekiyor. Bir işin gayet başarısız yapılışını bile alkışlamayı bilmen gerekiyor. Kimseyi düzeltmeye çalışmaman gerekiyor. Gerekirse yalakalık yapman gerekiyor. Gerçek fikirlerini paylaşmaman gerekiyor. Bunu yapanlardan da uzak durman gerekiyor (çünkü dolaylı olarak başına iş açabilirler). Bir miktar korkak olman gerekiyor, sesinin fazla gür çıkmaması gerekiyor. Kendine güvensen de çok belli etmemen gerekiyor, biraz sinsi olman gerekiyor. Herkese “evet evet, aynen aynen” demen gerekiyor.
Böyle alt alta yazınca iki şey ortaya çıkıyor.
1) Zor değil mi?
2) Bazıları için hiç zor değil, gayet doğal. Hatta “sosyal yaşam kuralları” bu. Yabancıların “politically correct” (uğraştırmayın beni bilmeyenler google’lasın) dediği bu.
Kimimiz için nefes almak kadar doğalken bazılarımız (çok azımız) nefes alamıyor efendim. Nefes alamıyoruz.
Geçen yine Migros’ta bir oje standında renkleri koyudan açığa diziyorum Sarhan geldi;
Sarhan: Napıyosun?
Ben: Buradaki düzen bozulmuş.
Sarhan: Tamam da sen napıyosun?
Ben: Düzeltiyorum ben
Sarhan: Bıraksana, deli misin? Kimin işiyse gelsin o düzeltsin.
Ben: Mesele kimin işi olduğu değil, mesele bunların karışık olmasından kimin rahatsız olduğu. Ben rahatsızım madem
Aynı mantık karşımda biri ebleh ebleh konuşunca veya davranınca da geçerli işte. Aynı mantık. Yürüyüp gidemiyorum. “Bana ne ya” diyemiyorum. Düzeltmem gerekiyor. Çünkü eblehlik beni rahatsız ediyor. Mesele bu eblehin kim olduğu değil, bu eblehlikten kimin rahatsız olduğu. Ben rahatsızım madem...
Bazı insanlar değişik. Daha gerçek, daha net, daha doğal. Bazılarımız için o saçmalığa arkasını dönüp gitmek neredeyse imkansız. Bu yüzden bazılarımızdan çok rahatsızsınız. Çünkü sosyal yaşam kurallarına uyamıyoruz. Oyunu sizin bildiğiniz ve alıştığınız kurallarla oynayamıyoruz. O daracık yerlere sığamıyoruz. Bazılarımız münferit. Hayatta kalabilmek için kimseye ihtiyaç duymuyor ve bu çok çılgın bir özgürlük sağlıyor. Bazılarımız biraz “rahatsız”. Bir adaletsizlik, çarpıklık, yanlışlık gördüğünde en azından bu “bu yanlış” demeden rahat edemiyor. Biliyorum bu pek çokları için son derece konforsuz bir durum. Sadece şunu anlamanız için yazıyorum bu yazıyı, BAŞKA TÜRLÜSÜ ELİMİZDEN GELMİYOR. Olmuyor. Çıkmıyor.
Bazılarımız değişik. O sebeple o bazıları yazı yazıyor, müzik yapıyor, film çekiyor, kitap çıkarıyor, tiyatro yapıyor. Kafa başka türlü çalışıyor, hayata başka türlü bakıyor. Bu “harika bir bakış” demiyorum bakın (sakin). Aksine gayet maraz bir kafa itiraf edelim fakat durum bu.
Durum bu.
Bizden tüm bu saçmalıkları normalleştirmemizi isterken aslında ne olanaksız bir şey istediğinizi anlatmak istedim.
“5 dk. Nefesini tut bakayım” der gibi... Demeyin.
Bizi tanıyor, adımızı biliyor, bizimle yemek yiyor ve arkadaşlık ediyor olmanız bizi enişteniz gibi, eltiniz gibi, ortaokuldaki arkadaşınız gibi, çalıştığınız şirketin insan kaynakları uzmanı gibi yapmıyor. Biz garip ve meseleli tipler olmaya devam ediyoruz. Sadece arada bazılarınızla hayatlarımız kesişiyor o kadar.
Milyoner oynarken Tombalaa diye bağıran tipler gibiyiz farkındayız.
Ama inanın biz de lazımız.