Ünlü Türk düşünürlerinden... Pardon müteahhitlerinden bir tanesi “Gecelik ilişkilerden hoşlansaydım İstanbul’da kadın kalmazdı” dediği için Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı kendisi hakkında soruşturma başlatmış. Haber bu. Ben yazımı bu konuda yazıcam ve muhtemelen bir müteahhit tarafından da mahkemeye verilerek kendi kişisel tarihimde yeni bir sayfa açıcam.
Öncelikle her hususta olduğu gibi bu hususta da cümlenin içeriğine bakarak söyleyen hakkında bir fikir oluşturmaya çalışalım kafamızda. Beyefendi gecelik ilişkilerden hoşlanmadığının altını çizerek aslında muhafazakar ve ahlakçı bir yapısı olduğuna vurgu yapıyor. Yanlış mı? Bence değil. Beyefendinin beraber olduğu kadınlarla nikah kıydığını kendilerini “birinci”, “ortanca”, “yeni”, “sonuncu” gibi gruplara ayırdığını zaten –yine kendi beyanatlarından yola çıkarak- biliyoruz. Yani doğru, gecelik ilişkilerden hoşlanmıyor direkt nikahına alıyor. Bu hanımefendiler de kendi aralarında “çocuğuna bakanlar, gül bırakmaya gidilenler, partilere katılılanlar” felan olarak bölümlere ayrılıyorlar sanırsam –yine haklarında çıkan haberlere bakarak söylüyoruz bunu- ki bu kısım bizi ilgilendirmez herkesin kendi nikahı, kendi çoklu yapısı, kendi hayatı.
Bizi (beni) ilgilendiren kısım “İstanbul’da kadın kalmazdı” kısmı olabilir. Bu da İstanbul’da yaşayan bir kadın olduğumdan beni bağlayabilir belki ama bağlamadı açıkcası. Çünkü ben kendilerinin evli kadınlarla işi olacağını düşünmüyorum. Ne uğraşacak?
Yani özetle (şimdi bana kızacaksınız ama) genç-güzel-bekar, orta yaşlı-kendine iyi bakmış-bekar pek çok kadının beyefendi için hatta ondan çok daha az zengini için bile sağdan bir kol boşluk bırakarak tek sıra dizileceğini düşünüyorum.
Yalan mı?
Etrafımızda pahalı birkaç çanta, iyi restoranlarda zaman geçirmek, “cemiyet partilerine davet edilmek” güzel bir ev, pahalı bir araba için bu kabil ilişkilere gayet olumlu bakan pek çok kadın ve adam yok mu? Varlıklı adamların (elbette dayanılmaz yakışıklılarından dolayı değil) etrafında uçuşan genç kadınlar, varlıklı ve güçlü kadınların etrafında pervane olan genç adamlar görmediğimiz şeyler mi?
Onur ve haysiyet gibi kavramların toplumun büyük bölümü tarafından çok önce terk edildiğinin farkında değilmişiz gibi yapmaya devam edecek miyiz yani?
Karısı gittiği spor salonundaki kaslı “personal trainer” ile fingirderken iki iş bağlayacak diye Cuma namazına başlayıp belli bir partiye oy veren arkadaşlarınız yok mu sizin? Sırf o mağazadan alacağı sıra beklemeli çanta için boyu beline gelen hımbıl adamlarla gezen kadınları görmüyor musunuz? Dolgu yaptırmaktan yüzü bizim salondaki kırlentlere dönmüş ablaların yanında dolaşan ilik gibi delikanlılar dikkatinizi çekmiyor mu? Birden fazla eşi olduğunu bildiğiniz “ünlüleri” bir düşünsenize. Bu tarz ilişkilerin nasıl normalleştiğini bir düşünün.
Şimdi kadın veya erkek ayırmadan şu kısımda bir netleşelim.
Yanındaki insanın, kolundaki çantanın, altındaki arabanın, çalıştığı şirketin adı ve logosu olmadan...
Sadece kendi adı ve soyadıyla bir kimlik sahibi olabilen kaç kişi var?
“Şurda oturuyorum, şunu kullanıyorum, şunu tanıyorum” demeden sadece kendisi olarak bir kıymet ifade edebilen kaç insan tanıyorsunuz?
Kaç kişiyi “şunlarla takılıyor, şu arabası var, şu mekanın sahibi ya da şurada çalışıyor” demeden,
“Çok dürüst insandır. Vefalıdır. Yeteneklidir. İçi dışı birdir. Açık sözlüdür. İyi niyetlidir. İyi okullarda okumuş biridir. Zeki bir insandır. Çok yardımseverdir. Çalışkandır. Çok merhametlidir.” Diye tanımlayabiliyorsunuz?
Kaçınız için anlamı kaldı bu özelliklerin?
Kaçınızı böyle tanımlayabiliriz? Üzerinizdeki belli etiketleri alınca geri kalanlar size ne kadar değer ekliyor? Etiketleri ve logoları alınca ederiniz nedir?
Buradan yola çıkarak şu soruyu soralım. Beyefendi iftira mı atmış? Bence toplumun içinde bulunduğu çürümeye ayna tutmuş. Burada (benim kişisel bakış açım) eleştirilecek tek şey benim çürüme dediğim şeyi beyefendinin bir övünç olarak ortaya koymuş olması olabilir.
Eh, elbette olaylara bakış açımız aynı olmayacaktır.
Aramızda o kadar fark olması da doğaldır.