Hem Sağlık Bakanımızın hem de Başbakanımızın sezaryen ve kürtaj hakkındaki görüşlerini okudum.
Sağlık Bakanlığı gereksiz sezaryen ameliyatlarını önleme konusunda zaten uzun zamandır çalışıyor. Bu yeni bir şey değildi… Ancak kürtaj konusunda yapılan açıklamalardan sonra…
Bazı ayrıntıların bir kadın ve anne tarafından dile getirilmesi gerektiğine karar verdim.
HAKLISINIZ…
Türkiye’de pek çok doktor ve sağlık kuruluşu; işin kolayına kaçmak, sabaha kadar doğum sancısı çeken bir kadının başında beklememek, hastaneye daha fazla para kazandırmak, kısa sürede çok doğum yaptırabilmek için, gereksin veya gerekmesin, sezaryene başvuruyor.
Sezaryen, annenin karnında bebek olduğu halde gerçekleşen bir ameliyattır. Şakası yoktur. Bebek anne karnındayken; anne, gözüne göz damlası damlatsa bebeğe geçerken, narkozun geçmemesini beklemek saflık olur. Bu sebeple, doktorun işinin ehli olması gerekmekte, anneyi bayılttığı anda bebeği -hem bebeğe hem annenin rahmine zarar vermeden- çıkarması gerekmektedir. Bu zorlu ve riskli proses, “kolaya” kaçmak için yapılamayacak kadar risklidir, -ki kolay da değildir. Sezaryen sonrası, anne önce bebeğini anında görememiş olmanın ezikliğini, sonra dikiş ve kesik ağrılarını, gaz sancılarını yaşar, -ki doğum sancısı kadar beterdir. Ayrıca, doğal olmayan şekilde bebek çıkarıldığı için kadın vücudu ne olduğunu anlayamaz, kendini hazırlayamaz, süt geç gelir. Bu sefer de, anne bebeği besleyememenin ezikliğini yaşamaya başlar. Sezaryenli annenin beslenmesi bir mesele, tuvalete çıkması mesele, gaz çıkarması ayrı bir meseledir. Yani doktor için kolay sayılabilecek bu durum, anne için eziyetli bir 15 gün demektir.
ANCAK…
Kadınlar hayatlarını eskisi gibi yaşamıyorlar. Artık daha az hareket ediyoruz. Çoğumuz ofislerde masa başında, bilgisayar başında çalışıyoruz. İşte oturuyoruz. Ulaşım genişledi. Bir yerden bir yere, ya özel araçlarımızla ya toplu taşıma ile gidiyoruz. Yürümüyoruz… Eskisi gibi halı silmiyoruz, halı yıkama makineleri var. Yer silmiyoruz, uzun sopalı silme aparatları ve yeni usul temizleyiciler hayatı çok kolaylaştırdı. Çalı süpürgesiyle kapı önleri süpürülmüyor, vakumlu süpürgeler var. Çamaşır asmıyoruz makineler ya kurutuyor ya kuruya yakın çıkarıyor. Biz oturuyoruz artık, evde, ofiste, dolmuşta, arabada, vapurda… Kuyulardan su çekmiyoruz, tarla çapalamıyoruz (çiftçilik de azaldı memleketimde). Normal doğum doğal olandır ama biz doğal yaşamıyoruz. GDO’lu gıdalarla besleniyoruz, hormonlu yiyecekler yiyoruz, ciğerlerimize oksijen değil egzoz çekiyoruz. Dış cephesi kaplanmış, ısındıkça kanserojen madde yayan apartmanlarda, doğal olmayan şartlarda yaşıyoruz.
BENİM KORKUM…
Alacağı cezadan korktuğu için normal olmayan şartlarda gebeliğini sürdüren kadınlara, normal doğum yaptırmak için son saniyeye kadar kasacak doktorlar ve sağlık merkezleri.
ÇÜNKÜ…
Bu olursa, yapay sancıyla inim inim inleyen ancak yine de rahim ağzı açılmayan hamile kadınlar dolduracak hastaneleri. Bebekler çıkamadıkça kalp atışları yavaşlayacak, beyinlerine daha az oksijen pompalanmaya başlayacak. Kadınlar - baktılar ki rahim açılmıyor ya da bebek çıkamıyor - son dakikada ameliyathaneye yetiştirilmeye çalışılacak. Ya da rahim ağzı makata kadar yırtılacak, o bebek oradan çıkacak diye… Ben bunlardan korkuyorum.
GELELİM KÜRTAJA…
Haklısınız. Kürtaj doğmamış bebeğin canını almaktır (henüz fetus bile olsa) ve asla hiçbir kadın için kolay değildir. Hele, ilk bebek kürtajıysa bir daha hamile kalamama riski vardır.
ANCAK…
Türkiye’de günah diye, doğum kontrolü kullanmayan kadın sayısı azımsanamayacak kadar çok. Ayrıca kürtaj yasaklansa dahi, bu ne gençlerin sevişmesinin önüne geçebilir ne de evlilik dışı ilişkilerin. Bu noktada gerçekçi olmamız lazım. Sevişmek doğal bir ihtiyaçtır ve insanlar sevişmeye devam edecektir. Sevişme devam ettikçe -adı çok kötü biliyorum ama gerçekçi olmamız gerekiyor- istenmeyen gebelikler olacaktır. Hem bu sadece, “Kötü anlamda” da olmayacaktır. Pek çok kadın doğum kontrol yöntemlerine rağmen hamile kalabiliyor. Hamile olduğunu öğrendiğinde aklında, “Ama ben son 2 yıldır antidepresan kullanıyordum” ya da “Ama bilmem ne ilacı kullanıyordum” diye geçiyor. Pek çok gebelik, hazırlanılmamış ve beklenmeyen zamanda geldiği için, kadın o dönemde belli rahatsızlıkları yüzünden ilaç kullandığı için ve bu ilaçlar bebeği etkileyeceği için sonlanıyor. Daha önce dediğim gibi, artık kadınlar eskisi gibi yaşamıyor. Yoruluyor, yıpranıyor… Sigara içiyor, ilaç kullanıyor… Pek çok kadının pat diye hamile kalıp cırt diye doğurma lüksü yok. Çalışılıyor, borç ödeniyor ve dediğim gibi… Kadınlar korunma yöntemlerine rağmen hamile kalabiliyor.
KORKUYORUM…
Kürtaj konusundaki açıklamalarınızı şahsi görüşünüz olarak almak istiyorum. Ancak yasaklarsanız kürtaj gibi önemli bir müdahalenin, “Masa altında” ehil olmayan kişilerce yapılmasından korkuyorum. Bir iş hanının zemin katında, Tıp Fakültesi ikinci sınıftan terk bir zibidi, kadınlara iyi paraya kürtaj yapmaya başlarsa diye korkuyorum. Kadınlar kanamadan ya orada ya evlerinde ölmeye başlarlarsa ya da rahimleri geri dönülmez zararlar alırsa diye korkuyorum. Parası olmayanlar evde korkunç yöntemlerle, tuhaf bitkiler yiyip içerek, karınlarına sopalarla vurarak ya da rahimlerine elbise askısı sokarak – eskiden yaptıkları gibi - çocuk düşürmeye çalışırlarsa diye korkuyorum.
BAZI ŞEYLERİ DİNLE İMANLA ÇÖZMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL.
Bazı konular var ki, olabilecek en kötü senaryolar göz önüne alınarak yöntem bulmak gerekiyor. Kürtaj – günümüz dünyasında - ne kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e ne de hayatını kutsal kitabımıza göre düzenleyen kişilerin oylarına göre üzerinde oynanamayacak kadar tehlikeli bir konu.
Kadına dair meseleler – hele ki kadının vücuduna dair meseleler - kutsal ya da anayasal yazı ve maddelerle düzenlenmemeli.
Kadın doğurmak ve doğurmamak konusunda ya da nasıl doğurup doğurmayacağı konusunda kendi vücuduna dair bu kararı kendi vermeli. Çünkü inanın… Kadınlar çoklu ve analitik düşünürler. O doğum normal yapılmıyorsa da, o bebek alınıyorsa da, öncesinde defaatle düşünülmüş, bütün şıklar gözden geçirilmiş ve o karar öyle alınmıştır. Bu okusun-okumasın, çalışsın-çalışmasın, kadının doğasından gelen bir durumdur. Kadınlar, bu tip durumlarda düşünürler.
BEN…
Kişisel fikrimi söyleyecek olursam...
Bebeğimi, ne zaman, nerede, ne şartlar altında doğuracağıma kendim karar vermek isterim. Maddi imkanlarıma, sağlık durumuma ve yaşıma bakarak doğurup doğurmayacağıma da…
BU ARADA...
-Teröristler canlı bomba saldırılarına devam ediyor. Askerlerimizin yanı sıra polislerimiz de şehit olmaya devam ediyor. Anneler, “Vatan sağolsun!” diyorlar ama yürekleri yanıyor. Babalar oğullarının mezarına toprak atıyor... Terör büyük problem. Çözülemiyor...
-Türkiye’de uyuşturucu kullanımı son 15 yılda yüzde 26.57’lik bir artış gösterdi. Bu şu demek, her 20 kişiden 1 tanesi uyuşturucu kullanıyor.
-2011 Şubat ayı rakamlarına göre, Türkiye’de işsiz sayısı 2 milyon 721 bin.
-Türkiye’de 181 bin çocuk gelin var. Bu rakam, kayıt edilebilmiş rakam, bilinmeyenler hariç… Erkekler 11 yaşındaki kızları alıp gerdeğe giriyorlar.
-Türkiye’de 195 bin kız öğrenci (kayıtlı rakam) okula gitmiyor. Yeni yapılan, 4+4+4 ile bu rakamın artacağından endişe ediliyor.
-Türkiye’de kadına yönelik şiddette, son 7 yılda yüzde 1400 artış var…
-Türkiye’de tecavüze uğrayan kadın sayısı (2011 rakamları) 12 milyonun üzerinde…
-Asgari ücret 886.50 TL.
-23 bini aşkın öğretmenin ataması geçekleşmedi.
Devam edeyim mi?...
SONUÇ OLARAK…
Devlat erkanı ve büyüklerimiz olarak sizlerin çok daha mühim meseleleri olduğu muhakkak. Siz, bu meseleleri halledin öncelikle… Kadına şiddetin önüne geçin, kadın istihdamını arttırın, çocuk gelinleri kurtarın… Bizim gücümüzün yetmediği, sesimizin gitmediği meseleleri halledin ne olur…
Bebeğini neresinden doğuracağına…
Ya da doğurup doğurmayacağına…
Kadınlar kendileri karar verebilir...