Ben küçükken yaşadığım yer çok medeni bir yerdi. Türkiye’nin her yeri benim yaşadığım gibi bi yer değildi ama ben küçükken, 7-8 yaşlarımdayken, biz güzel insanlardık.
Üst katımızda Marco Amca ve Madam Lili yaşıyorlardı. Mahallemizde bir cenaze olduğunda cenaze evine şık giyinip gitmeyi, giderken mutlaka ev yapımı yiyecek götürmeyi tüm mahalleliye alıştırmıştı. Marco Amca öldüğünde, evinde önce kendi inançlarına göre sade bir buluşma düzenledi sonra anneme “tanıdık bir hoca varsa Yasin-i şerif okutmak istediğini” söyledi. Annem (şu an rahmetli olan) o zaman Eyüp Sultan’ın hocası olan Muhammer Hoca’dan rica etti. Muharrem Hoca, Madam Lili’nin evinde Yahudi, Müslüman, Ermeni ve Alevilerden oluşmuş bir grup kadın huzurunda Yasin okuyup rahmet istedi.
Bir akşam evde otururken üst kattan bir düşme sesi geldi. Annemle koşarak yukarı çıktık zile bastık açan olmadı. Babam ve apartmanımızın kapıcısı kapıyı kırdı içeri girdiler, Madam Lili yerdeydi. Annem kalp masajı yapmaya başladı. “Vedat” Abi ambulans çağırdı. Madam Lili’nin cenazesinde bütün mahalle kilisedeydik. Herkes bayramlıklarını giydi, kendi dilinde duasını yaptı sonra annem bizim evde Yasin okuttu hem Marco amca hem karısı için.
Kasabımız Kürt’tü. Mahallenin çocukları olarak hepimiz onu çok severdik çünkü artan kemik parçalarını bizim için saklardı. Biz de o parçalarla mahallenin hayvanlarını beslerdik. Kapısının önünde bir askısı vardı. Haftanın bir günü o askıya torbayla bir parça kıyma, birkaç tavuk budu, artık Allah ne verdiyse koyardı. Başka mahallelerden insanlar gelir, ezilip büzülmeleri gerekmeden alır giderlerdi.
Eczacımız Laz’dı. Düşüp yaralanan çocuklara bedavadan pansuman yapardı o yüzden “doktor amca” derdik. Birkaç kez mahallenin kedisini köpeğini götürüp pansuman yaptırdığımız da olmuştu.
Benim okula götüren servis şoförümüz “Hacı amca” idi. Dünya tatlısı bir adamdı. Servis yapmadığı zamanlar bakkallara o zamanın gözde tatlısı “Rokoko” dağıtıyordu. Her zaman bagajında bizim için ekstra Rokoko olurdu. Okul dönüşü annemizden izin alıp yemekten sonra yemek kaydıyla notu yüksek olanlara hediye ederdi. Okula giden yolda bize arabada dua ezberletirdi. Böylece hem uslu dururduk hem de kazasız belasız giderdik yolda. Öyle demişti...
En üst kattaki Antakya’lı Teyze ne zaman içli köfte yapsa tüm apartmana dağıtırdı. Yıllarca Almanya’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen Cavidan Teyze bizim annelerimizden yaşça büyüktü. “Çocuklarınızı çok sıkmayın” diye annelerimize akıl verirdi. Mahallenin Kuaförü Türk’tü ama süper Rum’ca konuşurdu mesela. Rize’li Melahat teyze vardı. Kürt Nuri amca, bir de Ayı Mustafa amca...
İnsanları kimlikleri ile tanıdığımız ve bunun faşizm sayılmadığı enteresan bir dönemdi. Hep bir aradaydık, dosttuk, arkadaştık, kimileri ile akrabadan yakındık.
Bize ne oldu, nasıl bu hale geldik, nasıl bu kadar bölündük bilmiyorum.
Hiç memnun değilim içinden geçtiğimiz dönemden.
Mahallemi geri istiyorum....