Duygusal zekâ, temel bazı önemli kuralları kavramayı gerektirir. Bunlardan birisi herkesin farklı olduğudur. Hem de sadece zevkleri, ilgi alanları veya akademik yetenekleri açısından değil, kişilik ve mizaçları açısından da… Bu temel kuralı unutursanız, başka insanlarla kurduğunuz ilişkilerde duygusal zekânızı kullanamazsınız.
Çocuk yetiştirirken hepimizin farklı olduğu fikri daha da büyük önem kazanır. Çocuğunuz şunlardan farklıdır:
Sizden
Sizinle aynı genleri paylaşmalarına karşın, çocukların kişilik ve mizaçları genellikle hem anneden, hem de babadan oldukça farklıdır. Ayrıca büyüdükleri dünya da, sizin büyüdüğünüz dünyadan son derece farklıdır ve bu da onların kişiliklerini çok güçlü bir biçimde etkiler.
Kardeşlerinden
Kardeşler arasındaki kişilik farklılıkları, doğum sırası ve hastalık, farklı yetenekler veya yetersizlikler gibi çok erken çağlardaki deneyimlerin de içinde yer aldığı bir karışımın sonucu oluşur.
Arkadaşlarından
Bu zaten kendi başına yeterince açık bir farklılıktır. Her şeyin ötesinde farklı ailelerden gelen iki çocuğun ortak bir yanının olması için hiçbir neden yoktur; ancak çocukların arkadaş seçimlerinin arkasındaki nedenler oldukça karmaşıktır. Arkadaşlarını bazen kendilerine benzediği için seçerler, bazen de tam tersi nedenlerle; çünkü birbirlerinden farklıdırlar ve dolayısıyla birbirlerine ilgi çekici gelirler. Romantik ilişkiler de tamamen öngörülemez bir nitelik taşır ve çok nadiren, her açıdan kendimize benzeyen insanlara âşık oluruz.
Birçok anne baba ilk çocukları olduğunda onun, üzerlerine ne isterlerse çizebilecekleri ‘boş bir tuval’ olduğuna ve onu doğru bir şekilde yetiştirdiklerinde tam kendi istedikleri gibi biri haline geleceğine inanırlar: Yani akıllı, özgüvenli, iyi huylu ve benzeri… Genellikle ancak ikinci çocuktan sonra, anne babalar bazı huyların ne kadar ‘doğuştan’ olduğunu ve içinde büyüdükleri çevreyle bir ilgisi olması gerekmediğini anlarlar. Tamamen aynı şekilde yetiştirilen iki çocuk genellikle tamamen farklı yönlere döneceklerdir: Birisi rahat bir insanken, diğeri utangaç biri olabilir ya da biri okulda son derece başarılı bir öğrenciyken, diğeri için okul büyük bir zorluk haline gelebilir.
Sizin yapmanız gereken, çocuğunuzun kendine özgü mizacının farkına varmak, onu başka şekle sokmaya çalışmak yerine bu durumu kabul etmek ve sonra da bu doğrultuda, ona davranış biçiminizi –özellikle de o daha çok küçükken- değiştirmektir. Bu kural her şeye uygulanabilir. Örneğin okula gittiği ilk günü ele alalım. Eğer kendine güvenli ve girgin biriyse bırakın uçup gitsin ve oraya gittiği an arkadaşlarıyla oynamaya başlasın. Ancak eğer utangaçsa, onu insanların arasına karışması için zorlamayın; bunun yerine onu mümkün olduğunca rahatlatın ve okulda olmaktan neden mutlu olacağına ikna olana kadar ona zaman tanıyın.
Birçok anne baba bu kuralı pratikte uygulamayı zor bulur; çünkü çocuklarına farklı muameleler yapıyormuş gibi görünmek istemezler. Tutarsız davranmaktan ve çocuklardan birinin veya her ikisinin birden, kendisini kardeşler arasında ayrımcılık yapmakla suçlamasından endişe duyar. Bu endişeyle baş etmenin yolu, burada açıklamaya çalıştığımız noktadır: Her insan, farklı ihtiyaçlarıyla, kişilikleriyle ve başka bazı şeylerle birbirinden tamamen farklı ve benzersizdir.
Elbette bu, çocuğun mizacına bakmaksızın uygulanabilecek çocuk yetiştirme ilkeleri olmadığı anlamına gelmez. Önemli olan, bu kuralları, her çocuğu ayrı ayrı hesaba katarak pratiğe dökmektir.