Kimseyi tanımadığınız kalabalık bir partiye katıldığınızı hayal edin. Diyelim ki sizden partiden ayrılmadan önce en az bir tane yeni arkadaşlık kurmanız isteniyor. Görece kendine güvenen bir insan olmadığınız müddetçe, böyle bir teklif en iyi ihtimalle bile sizi rahatsız edecektir. En kötü ihtimalle de oradan kaçıp gitmek isteyeceksinizdir.
Bu örnek bazen kendi küçük çocuklarımızdan beklediğimiz davranışlara o kadar benziyor ki. Çocuklarımızın çok küçük yaşlarda çekinmeden ve yargılamadan davranmaları, hiç şüphesiz bu gibi durumlardan daha az etkilenmelerine neden olur. Ancak eğer yaşıtlarına nasıl davranacakları konusunda hiçbir şey öğretilmemişse, bir oda dolusu yabancıyla baş başa kalmak, en az büyükler kadar onların da gözünü korkutur.
Diğer insanlara ulaşabilmenin ön koşulu, kendine değer vermekten geçer. Bu duygu, özellikle bebeklere ve küçük çocuklara anne babaları tarafından aşılanmalıdır. Kendi değerini biliyor olmak, kendimizi nasıl gördüğümüzle yakından ilgilidir.
Bu kişisel bakış, daha çok dışsal faktörler tarafından kazanılır. Anne babaları olarak çocuklarımızın hayatlarını garanti altına almak, onları bakıp büyütmek ve desteklemek bizim asli görevimizdir. Bunları yaparken uyguladığımız yöntemler, küçük yaşlarda edindikleri deneyimler, çevre, aile, öğretmenler, toplum ve arkadaşlar kendilerini nasıl göreceklerini belirler. Bebek ya da çocuk kendinden emin ve güvende hissettiği sürece, diğerlerinin değerini takdir etmeye başlayabilir. İşte bu yüzden arkadaşlık ve güven el ele giden iki kavramdır.
Kimse kendine güvenerek doğmaz; çünkü güven, sevilerek, takdir edilerek ve saygı duyularak çiçek açar ve büyür.