Grubun birkaç haftadır kendi sayfalarından ve sosyal medyadan yaptığı “Softcore” (akustik) konser duyurusu üzerine, daha önce yayınlamış olduğumuz video röportajlarını, videoya sığdıramadığımız bölümleriyle birlikte yazıya dökmeden önce Babylon’un yolunu tutuyoruz. “Softcore’un olayı sade bir akustik konser değil, sahnede bir anda beliren beklenmedik konuk.” diyor Redd’in basın sözcüsü “Kedi Osman” (bkz. Reddseyirdefteri.com).
Koyu kırmızı, kadife koltuklar, iki tane abajur ve enstrümanlar... Mekânda hafta ortası olmasına rağmen gayet kalabalık bir izleyici kitlesi... Salon dekorlu sahnede, yumuşak tınılarla başlıyor müzik; hemen her şarkıya eşlik eden çellosuyla Yasemin Özler'in ve kâh saksafonu kâh akordeonuyla Yuri Ryadchenko'nun zenginlik kattığı muhakkak. Ve konserin başlamasının üzerinden çok geçmeden Kedi Osman’ı doğrulayan bir şey oluyor: Önce Birsen Tezer geliyor, “Çığlık Çığlığa” adlı şarkıyı söylemek için. Birkaç şarkı sonra seyirciyi koparan biri çıkıyor: Şebnem Ferah. En son da Feridun Düzağaç’ı görüyoruz forması ve beresiyle.
Bundan sonraki Softcore konserleri ne zaman bilinmez ama, misal, gergin bir iş gününüzü yumuşacık yapıp sizi huzurla yatağa yollamayı vaat ettiğini söyleyebiliriz; konuk enstrümanların ve sanatçıların da katkıda bulunduğu iyi bir müzik dinlemek isteyenlere duyurulur. İşte Redd grubuyla daha önce videosunu yayınladığımız söyleşiden yazıya dökülen bazı bölümler.
Bu yıl yeni bir albüm çıkaracaksınız, albüm ne aşamada?
Berke Özgümüş: Albüm şu anda şarkıların hazırlanması, şekle şemale sokulması aşamasında. Albüme girecek on ya da daha fazla şarkı varsa, elimizdeki şarkıların içinden hangilerinin gireceğine karar veriyoruz.
Albüm hazırlığında nelerden besleniyorsunuz, hazırlık dönemi nasıl geçiyor?
Doğan Duru: Spesifik bir konu yok ama zaten albüm çıkmak istiyor bir şekilde. Onun zamanı tamamen ticari ya da üstünden zaman geçti, artık yeni albüm çıkaralım olmuyor bizde. Mesela bizim ilk albümle ikinci albüm arası aşağı yukarı 9 aydır. İkinci albümle üçüncü albüm arası 1 sene gibi bir zamandır. En son 21’i yayınladık ve 21’de 21 şarkı var. Ve aslına bakarsanız videolar çeksek daha 1-2 sene ömrü olabilecek bir albüm. Ama artık bizim için yeni bir albüm yapma zamanı geldi gibi hissediyoruz, manevi olarak. Dolayısıyla bunu da, beslendiğiniz şeyle bir şekilde dolup sizin içinizden çıkmak istediği zaman hissediyorsunuz. Yani spesifik bir nokta yok ama zaman olarak albüm için hazır hissediyoruz ve albümle uğraşıyoruz.
Grupta akademik kariyerle ilgilenen kişiler var. Güneş Bey bunlardan biri de sizsiniz. Bir yandan doktora tezinizle uğraşıyorsunuz, öğretim üyeliği yapıyorsunuz aynı zamanda. Ve siz çok sık konser de veren bir grupsunuz. Tüm bunlara nasıl yetişiyorsunuz?
Güneş Duru: Öncelikle düzeltelim, öğretim üyeliği yapmıyorum sadece doktora yapıyorum. Sonuçta, hepimizin başka ilgi alanları var. Bugün Redd müziğini yapıyor, yarın da yapmaya devam edecek. Ama aramızdan bir roman yazan da çıkabilir, film çeken de çıkabilir, akademik kitap yayınlayan da çıkabilir. Kendi özelim için söyleyebilirim, sadece müzik benim varoluşum için yeterli değil. Ben bu yüzden doktora yapıyorum ya da arkeolojiyle ilgileniyorum.
Sizin Boşver diye bir parçanız var. Bu parçada da tek gecelik bir aşka gönderme var. Şu dönem hem yerli hem yabancı şarkılarda bu tür konular çok işleniyor. “Elimi sallasam ellisi” tavrında şarkılar yapılıyor ancak o basitlikte değil sizinkisi, siz yaptığınızda daha farklı oluyor. Bunu nasıl yakalıyorsunuz?
Güneş Duru: Genelde baktığımız zaman Türkiye çok ahlakçı bir toplum. Bütün bunların olmasına karşın bu şarkıları icra eden arkadaşları da standart Türk aile normlarının bir parçası olarak görüyoruz çoğu zaman. Bizim Boşver’de yaptığımız şey bir gecelik ilişkiye dair bir hikâye. Ama bunu anlatım biçimimizde biz o ahlakî kalıpların içerisinde olmuyoruz. Redd zaten o ahlakî kalıpların içerisinde değil. Diğerlerininki de biraz samimiyetsiz kalıyor diye düşünüyoruz. Bizim Boşver’de biraz daha edebi bir metinle anlattığımız şey belki de Türkiye’nin ahlakî normlarının dışında bir şarkı, bir gecelik ilişkiden bahsediyor çok net olarak. Bunu da basitleştirmeden anlatıyor, sonuçta bu iki kişinin yaşadığı bir şeydir. Kadın ve erkek eşit koşullarda ve eşit paylaşımlardadır. Bu çerçevede bir hikâye Boşver.
Doğan Duru: Bence Boşver’in bu tarz diğer şarkılardan ayrılmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi, hikâyeyi anlatan adamın aslında ne kadar detaylara takık olduğu ve o detaylar sayesinde de o diğer insanın hayatına dair birtakım ipuçları verdiği nokta olabilir. “Boş kutuları atmayan, duvara çiçek asan” yani aslında bir romanmış gibi hikâye gelişiyor. Sonra ne söyleyecekse söylüyor, önce anlatıyor. Bence bu anlamda belki diğerlerinden ayırdığı için, bu gerçeklik, şarkının büyümesine neden oldu.
Sizin Twitter’daki iletileriniz de aslında gündemi takip eden iletiler. Hatta Masal adlı klibinizde de Ahmet Şık’ın taslak halindeki kitabının toplanmasına gönderme yapmıştınız. Hem bu duruşunuzla ilgili olarak hem de sosyal medyayı kullanışınızla ilgili olarak size nasıl eleştiriler, tepkiler geliyor?
Güneş Duru: Açıkçası bize nasıl eleştiriler geldiğini çok umursayan bir grup değiliz. Bu bir medya planlaması değil. Biz epey geç keşfettik Twitter’ı da Facebook’u da, Twitter’ı da galiba ilk defa Sertab Erener çok yoğun olarak kullanmaya başladı. Orada sanırım bir PR ve iletişim planlaması vardı. Biz Redd olarak daha çok konserlerimizi duyurmak amacıyla Twitter’ı kullandık. Sonra bireysel hesaplar açtık. Onun öncesinde 2008’de Redd Seyir Defteri’nde blog üzerinden, kendi kendimize, kendimizi anlatmaya başladık. Çünkü bizi bir başkası ilettiği zaman hep yanlış anlaşılmaların olduğunu gördük. Dolayısıyla sosyal medyada da biz bireysel hislerimizi, siyasi ya da sosyal duruşlarımızı sergiliyoruz. Herkesin farklı bir üslubu, farklı bir birikimi, farklı duyarlılıkları var. Herhangi bir şekilde Redd’i büyütsün bu iş; hepimiz Twitter’a abanalım diye yapmıyoruz. Bazen yazmıyoruz, bazen de bayağı kafa ütülüyoruz orada. Bu bizim, tamamen hayatla olan ilişkimizle alakalı. Şikâyet ettiğimiz ya da beğendiğimiz şeyleri paylaşıyoruz insanlarla.
Yazın Bon Jovi’den önce sahne almıştınız. Öncesinde çıkmak istediğiniz başka yabancı gruplar var mı, kimleri seversiniz, kimlerle aynı sahneyi paylaşmak isterdiniz?
Doğan Duru: Daha fazla kişiye kendimizi dinletmek için güzel bir fırsat bu tarz hadiseler. Ama onun dışında, aslında çok fazla istediğinizi yapabileceğiniz ortam ve koşullar içermiyor çünkü o büyük sanatçılar, yurtdışından gelen sanatçılar, kendi sahnelerinde sizi konuk ettikleri için o sahnede yapabilecekleriniz çok sınırlı; hem müzikal anlamda hem prodüksiyon anlamında. Tabii ki sevdiğimiz isimlerden önce çalmak isteriz ama yani inanın, o isimleri ne görüyorsunuz; bazen dinleyemiyorsunuz bile çünkü sizin için şov çoktan bitmiş oluyor. Dolayısıyla evet, birilerinin önünde çalmak istiyoruz ama bunun da kim olacağı konusunda çok özel bir arzumuz, isteğimiz yok. Sadece şöyle olması gerekiyordu belki: Yabancı gruplar ne kadar değerli ve büyükse Türk grupların da insanlar, sistem ve dinleyiciler için büyük ve önemli olduğu bir zamanda yaşıyor olsaydık, herhalde, çok daha güzel olurdu bu tarz konserler.
Son olarak, sizi aslında bu konuda çok da germeden sormak istiyorum. Malumunuz, adımız Anne Boyutu. Çocuğunu müziğe yönlendirmek isteyen aileler için sizin verebileceğiniz öneriler var mıdır? Kendinizden yola çıkarak da bu konu üzerine gidebiliriz. Siz ne zaman, nasıl müziğe başlamıştınız?
Güneş Duru: (gülerek) Bu konularla Berke ilgileniyor yeni baba olarak...
Berke Özgümüş: “Siz ne zaman başlamıştınız”dan başlayayım... Ben 16-17 yaşlarında davul çalmaya başladım; aslında çok erken bir yaş değil enstrüman çalmaya başlamak için. Dünyaya baktığınızda en geç 10-11 yaşında insanlar bu işle uğraşmaya başlıyorlar ki 19-20 yaşında zaten profesyonel olmuş oluyorlar ya da bir profesyonel kadar beceriye ve bilgi birikimine sahip olmuş oluyorlar. Bizde lise ortaları, lise sona filan tekabül ediyor (Güneş Duru, “aileden bağımsız olarak” diye araya giriyor). Bu biraz da bizim toplumumuzdan kaynaklanıyor herhalde çünkü insan kendini o yaşlarda bilmeye başlıyor; belki yetiştirilme şeklimizle alakalı. Çocukları yönlendirmeye gelince, ben ona çok inanmıyorum aslında. Yönlendirdiniz, 5 yaşında piyano çalmaya başladı diyelim. Olabilir, çok iyi bir müzisyen de olabilir; müzikten nefret eden bir insan da olabilir.
Çevreyle alakalı belki?
Berke Özgümüş: Çevreyle alakalı muhakkak. Benim yaşadığım evde, ben kendimi bildim bileli bir gitar vardı. Gitarla çocukken oyun oynardım, üstüne binerdim filan, acayip şeyler yapardım. Ama o gitarı çalmaya lisede başladım. Benim içimden o zaman o işle ilgilenmek geldi. Benim babam profesyonel olarak futbol oynamış zamanında, elimden tutup “gel seni de şurada futbol oynatalım” demişliği yoktur. Ben oynamışımdır, ama o işi de yapmamışımdır. Yani sonuçta bu insanın içinde olan bir şey. Ben, mümkün olduğunca geniş, rahat bırakıp, elimden geldiğince imkân sunarak ne tarafa gideceğine kendisinin karar vermesini sağlamayı isterim.
Röportaj: Itır Yıldız
Kamera: Yusuf Yusufoğlu