Mektup
“ 7 aylık kız annesiyim. Doğduğu günden beri uyku problemi var. Kucağımda sallayarak uyutup beşiğine yatırıyorum, yatırmamla uyanması bir oluyor. Kucağa alıştırdığım söylenerek, beni azarlıyorlar. ‘3 gün ağlar sonunda susar’ diyorlar. Ağlatarak uyutmayı asla denemek istemiyorum.”
Bebek beyni doğduğu andan itibaren çevresel uyaranları kaydeder. Yaşamın ilk yıllarında kayıt işlemi çok önemlidir. Bu dönemde bebeğin beş duyu organının çevredeki uyaranları fark etme yeteneği de yetişkininden daha hassastır. Bebeğin özellikle koku, dokunma ve işitme duyuları, yetişkinin fark edemeyeceği çevresel enerjiyi bile fark edebilir.
Örneğin, bebek tıpkı parmak izi gibi bireye özgü olan annenin kokusunu daha onun karnında iken kodlar ve doğumdan sonra bu kokuyu arar. Dokunma duyusu da bu dönemde çok özel ve önemlidir. Bebek annesine dokunarak rahat eder. Örneğin, kundak bebeğin kolunu bacağını kendi bedenine dokunmasını sağlayarak hem dokunma duyusunun farkındalığını arttırır hem de bebeği rahatlatır. Sıkı kundaklar kalça çıkığından sorumlu tutuldukları için yüzyılımızın ikinci çeyreğinde terk edilmişlerdir.
Günümüzde bilimsel çalışmalar dokunma duyusunun önemini ortaya koydukça sıkı olmamak kaydıyla kundağa, ya da bebeği anne göğsüne adeta yapışık bir konumda tutan kundak bezine geri dönüş yeniden gündemdedir. Kısacası, bebek anne kucağına alıştırılmaz. Bu zaten onun en doğal ihtiyacıdır. Dolayısıyla anneye alıştığı için değil, annesine dokunamadığında ağlar.
Yukarıdaki annenin sorularına verilecek yanıt aşağıdaki mektupta aranmalıdır.
Mektup
“26 yaşındayım. Annem ve babam beni hiç sevmedi. Belki de sevdiler ama onların sevgisi bana yetmedi. Hiç saçımı okşamadılar, bana hiç sarılmadılar, birbirimizi hiç öpmedik. Tek bir tatlı söz işitmedim. 8 yaşıma kadar altıma kaçırma problemim vardı. Hep tırnaklarımı yerdim. Karanlıktan çok korkardım ve hala korkarım. Nişanlıyım. En çok yaşadığım; kaybetme, ölüm, sevilmeme ve değersizlik korkusu. Hatta anne olmaktan da korkuyorum.”
Çocukluk beynin çevreye göre şekillendiği bir dönemdir. Beyin çevreye adaptasyon, yani uyum organı olduğundan, gelişmesi için çevreye ihtiyacı vardır. O nedenle, doğum sırasında en az gelişmiş organ beyindir. Dolayısıyla beynin inşası çevre koşulları doğrultusunda olur. Bu şekillenme özellikle 0-3 yaş döneminde çok hızlıdır.
11. yaşın sonuna kadar adeta yetişkin beynin iskeleti kurulmuş olur. Bu yapı çocuklukta nasıl kurgulanmışsa yetişkin o ölçüde davranır. Nitekim bu mektupta çocukluğun yetişkin döneme olan olumsuz uzantısını görmekteyiz. Belki de onun için çocuk bir fidana benzetilir. Fidanın ilk filizleri de bebeklikte yaşananlara…
Beynin şekillenmesinde rol oynayan çevrenin etkisi, beynin sahip olduğu genetik yapı ile sınırlıdır. Çevre, bireyin yeterliği/kapasitesi ölçüsünde algılanır. Mektuptaki gencin ailesinin sevgide kusur edip etmedikleri konusunda bir yorum yapmadan önce, bu gençte yapısal olarak kaygı bozukluğu olup olmadığı tartışılmalıdır. Aile yeterince sevgiyle yaklaşmış, ancak bu sevgi yetersiz algılanmış da olabilir.
Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, Davranışlara Söz Geçirmek