Kireç duvara yaslamış dertli başını, plaktan yükselen cızırtılı melodiyle ağır ağır sallanıyor. Yarini düşünüyor... Öpmeye, koklamaya kıyamadığı biriciğini... Koluna girip konu komşuya caka sattığı, sırf o nurlu yüze değecek diye kazanlarda peşkir, mendil kaynattığı, akşam olunca avluya oturup sessiz sedasız yolunu gözlediği oğlunu...
Buz kesmiş ela bakışlarını çıt çıkarmadan bulaşık yıkamakta olan genç kızın ensesinde sabitlemiş, sen de yüzüncü, ben diyeyim yüzbininci kez, plağın iğnesini tutup türkünün o sözlerine getiriyor,
“Evvel yarin sevgilisi ben idim,
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum...”
Ela gözlü cazu, nefret dolu bakışlarıyla genç kızın ensesini delik deşik ededursun, ben edeceğim iki çift lafın birinci çiftini şuracığa dizdirip bir an evvel topuklayayım. Zira burası birazdan öfkeden kudurmuş oğul anası kaynayacak. Teker teker gelseler sorun değil. Parlatıp cilalarım hepsini evelallah...
İki kız annesi olarak, ara sıra ileride nasıl dünürlerim olacağını düşünürüm. Kaynana kişisi oğluna ne derece zaaflı olacak? Oğul kişisi anasıyla zevcesi arasındaki dengeyi kurabilecek olgunlukta olacak mı? Değilse ne olacak? Beni kim tutacak? Kaynananın hastane masraflarını kim ödeyecek? Nefsi müdafaadan yırtma şansım olabilecek mi? Bütün bunlar beynimi kem kem kemiren sorulardan sadece birkaçı sevgili okur. Kızımın kaynanası olacak kişi, oğlunu bir başka dişinin borusunun öteceği “yeni yuvasına” uğurlaması gerektiğini bilen, doğa kanunlarına saygılı, aklı başında bir anne değil de, olaya “yarin yeni sevgilisine” meydanı terk etmek olarak bakan, oğlunu oturttuğu kaideyi 7-24 tavaf etmeyi varoluş amacı zanneden kara sevdalı bir manyak olursa???
Nice anne bilirim; attırdıkları onca nişan, bozdurdukları onca söz, ipini çektikleri onca ilişkiden sonra, mecburen, daha çok da milletin diline düşme kaygısıyla, yaşı hayli geçkin oğullarını elleri titreye titreye gelin ocağına gönderdiler. Her derdine derman olabildikleri oğullarına veremeyecekleri tek bir şey vardı. Seks! Ve bunun için gereken neyse yapılacaktı... Sadece nefsin körlenmesi, gönlün eğlenmesi icap ediyorsa, iş bilir genç bir fahişeye (bkz. ahlaksız kızların işlevi), yok hayır; evlenip üreme yaşı geldiyse, sağlıklı, doğurgan bir damızlığa ihtiyaç vardı. Her iki şekilde de, biricik oğullarının başka gerdanların kokusunu içine çekecek olması fikri yüreklerini kavurdu geçti. Bu tabloya bizzat tanık olanlardan bahsetmiyorum bile. Üçü daha oracıkta hık diye giderken, bir tanesi duyduğuma göre hâlâ komada...
Biz istediğimiz kadar “dünya evine girmek”, “yuva kurmak”, “hayat birleştirmek” gibi eşitlikçi ve medeni adlar koyalım; evlenmek dediğin şey bizim toplumda “oğlana kız almak”tan azıdır, fazlası değildir. Ve bu “kız seçme ve yerleştirme sınavı” kaynana kişisi için hayatının belki de en zor işlerinden biridir. Tuhaftır bu kaynanalık müessesesi... Sever gibi olur kızı bazen. Sonra birden, gümbür gümbür bir kıskançlık dalgası kopar gelir derinlerden. Ve geliniyle dostluk yolunda inşaatına izin verdiği kaçak bina yerle bir olur. Bu döngü böyle devam eder... Sevginin kaçak inşaatı, 5.5 şiddetinde kıskançlık depremi, sevginin kaçak inşaatı, 7.5 şiddetinde kıskançlık depremi...
Kaynanamız havas takımındansa, hele de iki üniversite mezunu oğluşunun saf kan bir dahi olduğuna inanıyorsa, gelinini tahsilli ister. Eğitimli, kültürlü, mümkünse 8 ayrı dilde “benim kayınvalidem bi tanedir!” diyebilen cevval bir genç kız olmalıdır. İşte tam bu noktada kaynana paradoksu dediğimiz o çelişkili, karanlık duygu hali belirir. Altın günlerinde mozaik pastasını kibar kibar çatallarken, okumuş, kariyer sahibi geliniyle övünme arzusu, ensesini tokat manyağı yapıp lokmaları ağzından kapacağı, gözü açılmamış bir köy kızına sahip olmaya karşı duyduğu şehvetle ölümüne kapışır. Kanlı bir kapışmadır bu...
Peki gelin adayı için salt tahsil yetecek midir? Oğluşun kutsal pipisinin tapusunu almak bu kadar kolay mıdır? Elbette ki hayır! Genç kızımız bir Emine Beder kadar marifetli, Ballerina Cif gibi hamarat, Marilyn Monroe gibi şuh ve baştan çıkartıcı olmalıdır. Akşam kocası gelince -kendisi de çalışıyor olsa dahi- datlısından duzlusuna, ekşisinden acısına -artık oğlanın damak zevki neyi emrediyorsa- sofrayı hazır etmeli, yemek sonrası kocası göbeğini sıvazlayıp geğirmeye çalışırken, aynı rehavet kendisine çökmemiş gibi seri ve enerjik hareketlerle sofrayı toparlayıp, mevsimine göre sıcak-soğuk içecek servisine başlamalıdır. Bu arada yüzü THY hostesi gibi güleç, tavırları Adile Naşit gibi anaç, memeleri sütyensiz ve topaç olmalıdır...
Peki ya bu; ekstra ince elenip sımsıkı dokunacak kız benim kızım olursa? Allah vermeye, ama ya olursa?! Ya o; oğluna kara sevdalı manyak ve onun gölgesinde kala kala kişilik raşitizmine uğramış kılıbık kocası benim dünürlerim olurlarsa???
Haftaya... ;)
https://twitter.com/#!/kanaviche