Uzun zamandır arkadaşlar. Ortak yanları çok. Hepsi sevdikleri adamlarla evlendiler, birbirlerine yakın zamanlarda çocuk sahibi oldular. Kimi işini bıraktı çocuktan sonra, kimi yarı zamanlı çalışmaya devam ediyor. Eskisi kadar sık olmasa da düzenli olarak bir araya geliyorlar. Çoluk çocuk arasında biraz hengâme oluyor buluşmaları ama yine de terapi gibi geliyor, görüşmek onlara. Sohbet daha çok çocuklar, ev dekorasyonu, yapılması planlanan tatiller ve alışveriş üstüne oluyor. Daha derin insanlar olmadıklarından değil, sadece birlikte oldukları zaman dilimini neşeli konuları konuşarak geçirmeyi seviyorlar. Belki biraz da rahatlamak için. Kolay değil tabii, her birinden birer çocuk, birinin iki tane, bir diğeri ikinciye hamile. İlgililer de çok çocuklarıyla. Çocukların dersleri, okul dışı aktiviteleri, arkadaşları ile sosyalleşmelerine hep onlar koşuyor. Evlerinin de düzeni hep onlardan soruluyor. Akşam oldu mu mükellef bir masa ile karşılanmayan kocanın yüzü düşüveriyor. Bir de habersiz davet edilen misafirleri göz önüne alırsak, masada neredeyse bir kuş sütü eksik. Ev her daim toplu ve temiz, çocukların üstü başı da öyle… Evin tüm alışverişi, tamiri, eksiği hep kadının üstünde.
En son toplantılarında içlerinden birinin mutsuzluğu, yüzünden akıyordu. Israr edince başladı anlatmaya. Bunca yıllık arkadaşlar ama konuşmadıkları bir konu cinsellik. 14 yıldır evli olduğu kocası ile iki yıldır birlikteliklerinin neredeyse hiç kalmadığını söyleyiverdi. Söylediği anda, yüzünün kızarmasını engelleyemese de rahatladığı aşikârdı. Kocasının içine kapandığından, iletişimi de neredeyse kesmiş olması sebebiyle kendisi ile konuşmanın imkânsız olduğundan bahsetti. Bu konuşmalar baraj kapaklarının açılması etkisi yarattı sanki. Hepsi birer birer dökülmeye başladılar. Genel olarak, ilgisizlik ve monotonluktan şikâyet ettiler. Biliyor musunuz dedi biri, aylarca birbirimize dokunmadığımız oluyor. Dünyanın en doğal şeyiymiş gibi karşıladı diğerleri, sanki onlara yasaklanmış bir hazmış gibi. Yıllardır aynı yastığa baş koyup, birlikte uyuyup uyanan kadınlar, kocalarından sanki bir yabancıymış gibi bahsediyorlardı. Biz ne zaman bu kadar uzaklaştık birbirimizden diye sordu biri.., Bir suskunluk oldu. Hiç yakınlaşmış mıydık diye kendi sorusunu cevapladı.
Bazen ne düşünüyorum biliyor musunuz? Hayatımızı görev bilinci ile yaşadığımızı. Sanki bir yapılacaklar listesi var, görev tamamlandıkça yanına tik atıyoruz. Düzgün bir adam bul evlen, evini şık, düzenli ve temiz tut, çocuk sahibi ol, bu arada kariyerini de boşlama, eşinin ailesine saygıda kusur etme, kocanı her daim mutlu et, aman düzeni bozma. Peki bu arada şuursuzca yaşanıp giden yılların hesabı kimden sorulacak? Etrafta suçlu aramanın alemi yok, hayatımızın iplerini elimize almak, sorumluluğu üstlenmek zorundayız. Erkekler, düzen dışına çıkılmadıkça çok nadir şikayet ediyorlar durumdan. Bu sebeple ortamı harekete geçirmek için bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor. Mutsuzluklarımızı kadere dönüştürmeden, keyifle yaşamak için…
Konuştukça hafiflediklerini hissettiler, paylaşmak ve yalnız olmadıklarını hissetmek iyi gelmişti. Yaşadığımız olumsuzlukların bir tek bizim başımıza geldiği hissinden kurtulmak rahatlatıcıydı. Şimdi aksiyon zamanı. Biri, çocukları annemlere bırakıp baş başa sürpriz bir tatil organize edeceğim dedi, bir diğeri seksi iç çamaşırlar alacağını söyledi. Evi mumlarla donatıp, masör ayarlamak da hoş bir fikirdi. Hep biz mi bir şeyler yapmak zorundayız diye itiraz edenler oldu. Neden O, benim için çabalamıyor? Bu da başka bir ikilemdi işte, düzelmesi için karşımızdakinden mi beklemeliyiz ilk adımı yoksa cesur davranıp önce biz mi söylemeliyiz ne istediğimizi? Çok küçüktüm, babam söylemişti, çocuktum ağır gelmişti duymak: Hayat tercihlerimizden ve vazgeçişlerimizden oluşur.