Sizlerle aslında geçmişi çok eskilere dayanan ama son yıllarda farklı biçimde şiddetli biçimde ortaya çıkan bir davranış biçimi üzerine sohbet etmek istiyorum.
Türkiye yüzde 98’i Müslüman olan bir ülke.
Elbette kadın erkek herkes dini ibadet kurallarına elinden geldiğince uymaya çalışıyor.
Anadolu Müslümanlığı adı da verilen bin yılı aşkın ibadet şekillerimiz, ritüellerimiz vardır.
Herkes belki beş vakit namazını kılmaz ama Türkiye’nin büyük ekseriyeti Ramazan’da mutlaka oruçludur.
Erkekler vakit namazını kılamasalar bile Cuma günlerini kaçırmazlar. Hele bayram namazları, olmazsa olmadır.
Kimi gençken, kimi yaşlanıp emekli olduğunda eğer olanakları elveriyorsa Hac’ca gitmeye çalışır.
Kelimeyi şehadet getirmek, zekat vermek asla ihmal edilmeyen şartlarımızdır.
Buraya kadar bir sorun yok elbette.
Sizlerle paylaşmak istediğim ve gizli tehlike olarak gördüğüm bundan sonra başlıyor.
Son yıllarda biraz da iktidarın yarattığı iklimle kadınlar ve gençler arasında dini inanç konusu, yaşam biçimlerine ve düşünce sistematiklerine yansımaya başladı.
Özellikle kadınlar arasında din sohbetleri ya da inanç üzerine çeşitlemeler yaygınlaştı.
Ancak burada yanlış olan, herkesin din ve inanç sistemlerini kendilerine göre uygulamak istemesi.
İbadetlerini tam olarak yerine getiremeyenler, Müslümanlığı kendilerince, tabii çoğu kulaktan dolma bilgi ya da hurafelerle yorumluyor ve üstelik bunun en doğru olduğuna inanıyor.
Örneğin başı açık, mayoyla denize giren, gerektiğinde içkisini içen hatta yasal olmayan ilişkilerde bulunmaktan da sakınmayan kadınlar, sıra inanca gelince çok farklı bir tutuma bürünüyor.
Geçenlerde bir televizyon programında çok genç ve güzel bir manken bir konuşmacının, “Atatürk olmasaydı bugünlere gelinmezdi” sözleri üzerine, “Öyle demeyin, Atatürk’e saygımız çok büyük ama bu bir kaderdir, demek ki Türkiye’nin böyle olması gerekiyormuş ki öyle oldu, kaderimizde olmasa bunu yaşamazdık” dedi.
Gözlerine baktım son derece samimiydi, öyle inanıyordu. Hiçbir art niyetinin olmadığı çok belliydi.
Anladığım şu ki, bu genç kızımız aldığı yanlış bilgilerle kendisine bir yol çizmiş. Başka konularda kendini ne kadar özgür hissetse de, inanç konusunda zihninde engeller ve korkular var.
O kadar çok görüyorum ki bunu kadınlar arasında, bazen ne diyeceğimi bile bilemiyorum.
Dini kuralları uygulayamadığı için kendini eksikli hisseden pek çok kişi vicdanlarını rahatlatmak, zihinlerini temizlemek için olmadık hurafelere kaptırıyorlar kendilerini.
Örneğin çok ünlü bir sanatçı, ameliyat olduğum bir sırada ziyarete gelmişti. “Can abi Perşembe gece yarısı, Cuma gününe geçerken şu kadar kere şu cümleyi okumayı ihmal etme, bak çok iyi hissedeceksin, kötülüklerden korunacaksın” demişti.
Ben de, “Sen yapıyor musun?” diye sormuştum. O da, “Yıllardır yapıyorum, Allah beni böyle koruyor” cevabını vermişti.
Bir hafta sonra başına öyle bir iş geldi ki, günlerce manşetlerden düşmedi. Bu kez ben ziyarete gittiğimde, “Seni neden korumadı?” dediğimde, “Sorma Can abi, sana söyledim ama o hafta ben ihmal ettim, bak başıma ne geldi” karşılığını vermişti.
Çünkü, belli ki o bilmem kaç kere okuduğu cümlenin kendini koruduğuna inanıyordu ve bir kere bile yapmamasının sonucunun çok acı olduğuna karar vermişti.
Tehlike dediğim de bu zaten.
Kulaktan dolma dini bilgilerin aslında hurafe olduğunu fark edemeyen ama giderek bunların altında ezilen milyonlarca insan var.
Kadınların çoğunlukta olduğunu gözlemliyorum ama erkeklerin de sayısı yabana atılır değil galiba.
Olay aslında tamamen psikolojik.
Dini vecibelerini yerine getirmeyen ama içinde de korku olanlar, kendilerince bazı inanç ritüelleri oluşturuyor. Tabii bunda çevre etkisi de fazla.
Bu ritüller kendi buluşları değil. Başkalarından öğreniyorlar.
Bu giderek normal yaşam biçimi haline geliyor ve bir gün bir bakıyorsunuz o kuralların dışına çıkamaz hale geliyor.
Çünkü o kuralların dışına çıktığı an, müthiş bir suçluluk ve korku hissine kapılıyor. Başına kötü şeyler geleceğine inanıyor.
Bu nedenle, din konularında hiç bilgisi olmadığı halde dindarmış gibi davranıyor. “Önemli olan yüreğinde Allah korkusu olmasıdır” klişesinin arkasına sığınıp, kendi yaptıklarının aslında dinin de gereği olduğunu söylüyor.
Sohbet ettiğinizde laik, medeni, hurafelere ve inanç sömürüsüne karşı gibi konuşuyor ama, kendi tutuculukları, dini taassub altında yaşayanları hiç aratmayacak kadar katı.
O kadar çok örnek var ki.
Örneğin yatır ziyaretleri, buralarda okunan dualar, kurşun döktürmeler, evde hocalara dua ettirmeler, falcılardan medet ummalar hemen akla gelenler arasında.
En çok duyduğum söz, “Aaa şekerim, orucumu da tutarım, duamı da ederim, hocaları da ziyaret ederim, bikinimi de giyerim, içkimi de içerim” şeklindeki sohbetler.
Hiçbirine itirazım yok.
Herkes inancı sayesinde vicdanını ve huzurunu nasıl rahat ettiriyorsa öyle yaşamalı.
Tehlikeli tarafı ise farkında olmadan bunların altında ezilmek, yaşamı kendisine zehir etmektir.
Yaygın olan bu.
Bakın çevrenize bu gözle, siz de göreceksiniz.
Hatta belki kendinizin böyle olduğunun bile farkına varacaksınız.
Konuya devam ederim.
Örneğin çok yaygın olan fal ve büyü olayları var.
Bunu dine uydurmaya çalışıp, kendi yaşamlarını buna göre düzenlemeye çalışanlar var.
Belki haftaya biraz da onlardan söz ederiz.