Ben bugün pek bir aylaklık ediyorum, kusuruma bakmayın…
Bir coşkuyla kalktım yatağımdan, oğlumun yanına koştum, daha yeni uyanıyordu. Hiç dokunmadım… Mahmurlukla gülümsedi. Böyle bir durum ya bir kez oldu ya iki kez… Benim kalk borum, oğlumun yaygarayı basması ile çalar oysa.
Derken, banyoya atıp kendimi mislenip paklandım. İyi bir kahvaltı ettim. Ne olur ne olmaz, belki ertesi gün yine kıyametten çıkmış gibi koşturur, yine kahvaltımı ayaktayken tıkıp dururum ağzıma… Oğlumda da tuhaf bir sakinlik, günün ilerleyen saatleri için güç topluyor, biliyorum. Sonra Allah Allah nidalarıyla evin altını üstüne getirecek, pekâlâ… Ama hali pek bir miskin… Beni sorsanız ben ondan daha miskin… Güneş de nasıl utanmadan odanın içine yağıyor, her şey sabah ışığında daha bir taze, sofrada kıpkırmızı domatesler, oğlumun gözleriyle birörnek siyah zeytinler, mis kokulu kekikler, naneler… Tövbeler olsun, çıt yok… Annemi arayım bari diyorum ama saat hayli erken, ‘boş ver kızım Ezgi, muhafaza et bu sükûtu, az sonra biter gider, sen de ağzında bıraktığı tatla kalakalırsın. O neydi, bir düşün devamı mıydı, İlay’ın yazısından[1] kalma bir tesir miydi?’ dersin… Sus kızım sus…
Bizim buranın kuşları, duyana çok güzel şarkılar söyler. Eğer biraz da şairsem, bu kuşlar yüzünden… Aklıma birkaç mısra dolandı, hemen yazayım dedim. Kâğıt kalem arayacak oldum, ‘Boş ver kızım Ezgi, her şeyi yazamazsın biraz yaşamak gerekir. Dinle bu şarkıyı, sonra her yer gürültüye gark olur, kulağındaki izle kalakalırsın. Gerçek miydi, yalan mıydı o şarkı anlayamazsın’ dedim. Oturdum…
Neden sonra, aheste aheste kalktım yerimden, bir yığın iş beni bekler… Kumaşlar, keçeler, harfler, iğneler, iplikler derken yine bir günün sonunu ediveririz. İki kestim, kalktım kahve içmeye… Bir kahve içtim, iki tane diktim, haydi oğlumla oynamaya… Sonra onun uyku zamanı… Oğlumu uyuturken, azcık da ben kestirdim sanki çok çalışmışım gibi… Derken, yine birkaç harf derken kalkıp çiçekleri suladım. Sonra suyla oynamaya başladım, bilerek ayaklarımı ıslattım. İşte o zaman daha çok yaz geliyor.
Bir gün evvel, defterime yazmak istediğim konunun notlarını düşmüştüm. Hatta neredeyse tamamını yazmıştım. Düzenleyip, bilgisayara geçirmek kalmıştı en son. Tövbeler olsun elim gitmedi. Beni bilen bilir, içimden gelmeyen tek satırı bana öldür Allah yazdıramazsın ki, o sebeple ekranla bakışıp durduk. Bir de bakmışım bu satırlar… Çünkü aklımda bir portakal çiçeği, bir çocuk oyunu, şimdi oğlumu alıp sokaklara çıksam diyorum…
İyisi mi öyle yapayım, siz de bırakın bu aylak yazıyı bizimle gelin… Haydi…
[1] İlay Bilgili’nin yazısını, anneboyutu yazarlar bölümünde bulabilirsiniz. İsmi, Cennet…