1992 yılı Martında ikiz annesi olup, evlatlarımı kucağıma aldığımda yeniden anne olmanın hazzını yaşamıştım.
Kızıma “Down sendromu” tanısı konup, üç ay bile yaşayamaz dendiğinde suratımın ortasına değil, kalbime bir yumruk yemiştim.
Deliler gibi ağladığım o gün, bundan sonra asla ağlamayacağım dememe rağmen gelip geçen yıllar içinde gözümden çok yaşlar aktığını saklayamam.
Anlaşılamadığımızda, dışlandığımızda, zorluklarla karşılaştığımızda her ne kadar güçlü görünmeye gayret etsem de yastığımı ıslattığım nice gecelerim oldu.İkizlerimi büyütürken (biri normal, biri down olduğundan) dengeyi korumak, büyük oğlumu ve ikizlerimi vatana millete hayırlı bireyler olarak yetiştirmeye gayret etmek, erkek çocuklarımın kız kardeşlerini kabullenmelerini, onu ailenin ayrılmaz bir parçası olarak görmelerini ve gelişmesi için yardımcı olmalarının şart olduğunu anlamalarını sağlamak adına verdiğim mücadelede ( bu eylemin adına mücadeleden başka her ne denirse) çok şükür ki başarılı olduğumu söyleyebilirim.
Elbette başardıklarımızın yanında başaramadıklarımız, yenilgilerimiz de oldu.Ancak yenilgilerde hayal kırıklığı, üzüntü gibi duyguları yaşasam da asla pes etmemeyi seçtiğimden olacak, bir şekilde kızımın ilerlemesini sağladığımı düşünüyorum.Daha ilk kucağıma alışta kızımın kulağına fısıldadığım “Biz güçlüyüz, başarırız” cümlesi gerçekten işimize yaradı her zaman.Benim ümitsizliğe düştüğüm zamanlarda bu cümleyi kızım bana söyler oldu inanın.Belki matematik zekâsını yükseltmeyi başaramadık, belki el becerileri Bülent Ersoy’un deyimiyle “fevkaladenin de fevkinde” değil ama en azından ilk ve ortaokulu bitirdi kızım.Liseye gitmek istemedi, ben de zorlamadım.Zorlasam, eminim beni kırmaz giderdi. Ancak kızımı zorlamaktan ziyade eğitimcileri zorlamak yormuştu beni.
Zorlaya, zorlana süren eğitim maratonu bitip, kızım artık ev kızı olmayı seçince bu seçeneği en iyi nasıl değerlendiririm diye düşünüp, usul usul ev işlerini öğretmeye başladım.Melek kızım bir gün bensiz kaldığında yemeğini pişirebilmeli, evini derleyip toparlamalı, çamaşırını yıkayabilmeli. Velhasıl birey olarak kendi kendine bir şekilde yetmeyi başarmalı.Elbette hayatta öğrenilecek çok şey var ve benim hepsini öğretmeye yetecek ömrüm
olmayabilir. O yüzden evde geçen süremizde öğretebileceklerimi öğretmeye çabalarken, kızımla konuşmaya, hayata dair her şeyi onunla paylaşmaya, sorduğu sorulara basit, anlaşılabilir ama hep doğru yanıtlar vermeye çabaladım, çabalıyorum.
Eline aldığı gazeteyi, dergiyi, kitabı okuyor, anlamaya çalışıyorsa, seyrettiği filmden anlamlı sonuçlar çıkarıyorsa, hiç umulmadık zamanlarda kendinden beklenmeyen fikirler ortaya koyabiliyorsa bu bizim için başarıdır diye düşünüyorum. Öyle ya da böyle sosyal zekâsı olağan üstü geliştiğinden kızımı inceleyen doktorlar artık aynı sonuca varıyorlar. Kızımın IQ derecesi yapılan testlerde artık “sınırda” bulunuyor.
Peki, bu durum iyi bir şey mi?
Hem iyi, hem kötü diyebilirim. Beklenmeyen bir gelişme göstermesi açısından elbette çok ama çok iyi. Ama gelin görün ki ne yaparsak yapalım normal insanlar arasında yerini tam bulamıyor, zihinsel engelliler arasında da kızım asla mutlu olamıyor. Ne o köyden, ne bu köyden diyelim özet olarak.
Umutsuz muyum?
Elbette hayır.Biliyorum ki kızımın yaşı büyüdükçe, anlama, algılama özelliği de buna paralel olarak gelişecek, ya da ben öyle olacağını umuyorum.
Şimdilerde boncuk işine verdi kendisini. Öğretmeninin eve geleceği günleri sabırsızlıkla bekliyor, verilen ödevi en iyi şekilde yapmak için zaman geliyor uykusundan feragat edip sabırla boncuktan tablolar yapıyor. Bu işi çok iyi yaptıktan sonra, en çok keman çalmayı öğrenmek istediğini söylüyor.
Yapabilir mi?
Bence notaları bilemese de isterse onu da başarır.Yürekten istemek, başarmanın yarısıdır.
*
Ramazan ayına eriştik.
Kızım ilk orucunu ne zaman tuttu, inanın unuttum.Ben oruç tutabileceğini hiç düşünmemiştim bile. Beni bu konuda mahcup etti diyebilirim. Dinin ne olduğunu tam olarak anlayabiliyor mu? İslam’ın şartlarını sorsak bilir mi? Orucun ne için tutulduğunun bilincinde mi? Tam anlamıyla bilmiyor, bilemiyor. Soruyor, söylüyorum, öğreniyor ama unutuveriyor.
Tüm bu eksiklerine rağmen yıllardır heyecanla bekliyor Ramazan ayının gelmesini. “Çok hoşuma gidiyor oruçlu olmak” diyor. İster inanın ister inanmayın, özel günlerinin dışında tek gün kaçırmıyor orucunu. Biliyorum ki kızımın severek yaptığı olumlu her ne iş varsa, engellemek en büyük hata olur. İşte bu sebeple güzel kızımı engellemiyorum, elimden geldiğince destek oluyorum.
Sizlere de tavsiye ediyorum.
Çocuklarınızın başaramayacağını asla düşünmeyin, her konuda destek olun.
Unutmayın ne olur. “Rüzgâr eken, fırtına biçer”.
Sizler hep tatlı bir meltem olun.
Bu vesile ile hepinizin Ramazan-ı şerifinizi kutluyor, ülkemiz ve tüm insanlık adına hayırlara vesile olmasını diliyorum.