Her isteği yerine getirilen çocuklardan olmamanın verdiği rahatsızlıktan ziyade, yalnız kaldığımızda kurduğumuz hayallerin bir gün gerçekleşmesi ümidiyle her gece yer yatağında yatmadan önce ortanca kardeşim Nail ile karanlık salonda sobanın cılız ateşi duvarlarda gölgeler çizerken, uyku göz kapaklarımızı mağlup edene kadar laflardık.
O bir gün pilot olup, Amerika'ya gitmenin hayallerini kurarken ben de henüz gerçek bir kamera bile görmemiş gözlerimde biriktirdiğim anılarla yönetmen olmanın hesaplarını yapardım. Annem sıcak tutsun diye iki kat yorganı üstümüze serer, yatmadan evvelde alnımızdan öpüp, Allah'tan bize rahatlık vermesi gibi mucizevi bir istekte bulunurdu. Bizim rahattan anladığımız yada beklentimiz neydi orası da meçhul tabii. İki elimin baş ve orta parmaklarıyla yaptığım hayali kamerayla gün boyu film çeker ve tek izleyicisi olmanın verdiği bahtiyarlıkla her gece yatağıma kafamı koyduğumda yeni projelerimi ve başroldeki oyuncuları kurgulamaya başlardım.
Uyuyana kadar ne kadar hayal kurulursa o kadar kurardım işte.Trafiğe kapalı bir caddeye hıncahınç insan doluyken bir göktaşı düşse ve sağa sola kaçışırken herkes, gözgöze gelsek seninle, caddenin orta yerinde açılan çukura düşsek - biliyorum filmlerde olur bunlar - bir filmin içinde seninle karşılaşmak isterdim.
Tedavi gördüğüm hastanede son nefesimi verirken yüzümü beyaz çarşafla örten bir hemşire de olabilirdin. Zaman geçti, annem 15. yaş günüm için bisküvi pastası ve maydonozlu peynirli poğaça yapmıştı, Nail'in 2 ay önceki doğumgününden kalan mumlarla kısa bir partiden sonra ailecek çekirdek çitleyip saçma sapan bir ağalı-hanımlı dizi izlemiştik, o gece annem ölünce Allah babanın adaletinden şüphe etmeye başladım.
Nail sabahçıydı, olan bitenin farkına varmaması için aile büyüklerince okula gönderildi erkenden, evde kopan fırtınanın farkına varmamasına şaşırmadım. Babamdan duble harçlık alınca gözünün hiçbir şeyi görmemesini normal karşılıyordum. Balkona geçip annemin yarım kalan 216 paketinden bir sigara yaktım. Bir süre dişlerimi sıkıp kendimi balkondan aşağı atmayı düşündüm, 2. kattan atlasam en fazla kolumu bacağımı kırar cenaze arefesi ekstradan masraf çıkarırdım, bu da babamın hoşuna gitmezdi.
Çivileme atlasam da çok canım yanabilirdi, intihara cesaret edebilirdim ama çivilemesine şimdilik cesaretim yoktu. Ceset evden çıkana kadar ağlamadım. Annem kapının önünde bekleyen cenaze aracına konulduğunda tanımadığım akrabalarımızın ve mahallelinin feryat figan ağladını gördüm. Acılar bulaşıcıydı galiba, dayanamadım bir sigara daha yakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Annemin deyimiyle '' Heryer heryerde'' olmuştu içim.
Ne tuhaf, geçen sene karşı komşumuz Mevlüde teyzeyi kanser tedavisi gördüğü hastanede ziyaret etmiştik, yetmişini geçmişti galiba, yorulduğu her halinden belliydi, ölümü bekleyen bir insanın onun kadar mutlu olması şaşırtmıştı beni.
Annem öleceğini bilse onun kadar mutlu olamazdı. Bende olmazdım. Annem olmadan iki seneyi nasıl geçirdik bilmiyorum. Babam kıyıya yanaşmak üzereyken batan ve mülteci taşıyan ucuz bir teknenin kaptanı gibiydi. Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça yani.
Ergenliğin verdiği kontrolsüz meraklardan biri de babamın cinsel ihtiyaçlarını nasıl karşıladığıydı, düzenli masturbasyon mu yoksa rahmetli karısını aldattığı bir kadın mı ? Çok geçmeden bu soruda cevabını buldu, üst kat komşumuz dul Figen ablayla babamın düzenli ilişkisi ortaya çıkınca mahallelinin diline düşmeden babam nikahı kıydı ve sade bir törenle Figen abla cici annemiz oldu. Babamın sarhoş geldiği gecelerde annemin ''körolasıca yine kütük gibi olmuşsun'' deyip yatırdığı yatakta şimdi ikisi bazı geceler bizi rahatsız eden sevişme nidalarıyla birlikte uyuyorlardı.
Annemin yatağının yanındaki ahşap siyahtan şifonyeri şimdilerde Figen Ablanın sigarasına ev sahipliği yapıyordu. Nail liseye devam etti.
Babamın şampuan kutusu ürettikleri fabrikada sağ serçe parmağını makinaya kaptırmasından sonra aldığı tazminatla oturduğumuz evi satın almasından sonra, malülen emekliliğin tadını her gece içerek ve de Figen ablayla belirli aralıklarla kutlamasına alışmıştık.
Bir ara bir inşaatta bekçilik yaptı ama bir gece yüksek dozda şaraptan sızıp kalınca çalınan çimentoların parasını ödemek zorunda kalıp kovulunca çalışmayı bıraktı. Figen ablanın devlet memuru rahmetli kocasından kalan maaşı ve babamın emeklisi iyi kötü ev ekonomisini idare ediyordu. Ben alkole başladığımda 17 yaşımı yeni bitirmiştim. Hayatında ilk defa bira içen bir varoşun verdiği tepkiyi vermiştim Tugay ile trafoda içtiğimiz biranın ardından '' bu ne lan sidik gibi,nasıl içiyosunuz oğlum bunu ''.
Nasıl içiyorduk sahiden, sigarayla eşit miktarda tüketildikten sonra sabah ağzımızda bıraktığı o müthiş tadı tarif edemem şimdi. Annemi hep özledim, insanlar annelerini hep özlemeli, Figen abla bir keresinde Nail'e tokat atmıştı, babam azılı bir katili savunan ve jüriye oynayan bir amerikan avukatı gibi savunmuştu onu, Nail o gece bana sarılıp ağlamıştı, kocaman adam olmuştu benim gözümde ama lanet olsun erkeklik gururuna yedirememiş sinirden ağlamıştı işte, bende onu bağrıma basıp sessizce ağlamıştım, annemi ve hayatımda uğradığım bütün yenilgileri düşünüp ağlamıştım, insan çok ara vermemeli ağlamaya, özellikle erkek olan insan ağlamalı fırsatını buldukça...
O gece annemin üşümeyelim diye üstümüze kat kat yorgan attığı geceler geldi aklıma, Nail uyuyunca tek başıma sessizce hıçkıra hıçkıra bir daha ağladım ....