"Canım kızım...Hiç kimsenin görmediği bir karanlıkta kayboluyorum kimi zaman. Zamanın hapishanesinde sıkıştığım bu vakitlerde mucizeler bile beni kurtaramıyor. Çoğu kez gördüğüm en güzel ışık sensin. Büyüyorsun. Gücümün büyük kısmını seni büyütmek için harcıyorum. İşin tuhaf yanı, ben bir şey yapmasam da sen büyüyeceksin. Hayatın kıvrımlarında günbegün yok oluyorum sanki bazen. Bu kadar çok farkında olmayı istemezdim. Şunu biliyorum ki kimse farklı olmayı gerçekten istemez ve seçmez. Bu farklılıktan kastım asla bir ayrıcalık değildir. Bu farklılık seni yutan bir kara delik, benim hissettiğim bu yok olma arzusun yaşamanı asla istemiyorum. Her şey neden böyle onu da bilmiyorum. Seçtiğin bir yol aynı zamanda seçmediğin, ve aslında seçemediğin her şey demek. Bunu kaldırabilmek bana ağır geldi her zaman. Varolduğumu hissettiğim ilk andan itibaren bir şeyleri de geride bırakmak zorunda olduğumu anladım. Benim için yazmak, okunası bir şey demek olmadı hiç. Yazmak sanki ayağıma bağlanan tüm o ağırlıklarla atladığım suyun içinde yüreğimdeki yüklerden bir bir kurtulmaya çalışmak ve ne kadar yazarsam yazayım asla hiç hafiflememek, hafifleyememek olarak karşıma çıktı. Bu ölesiye karmaşada ne kadar uğraşsam da kurtulamadım yüklerimden. Mutsuzluk değil bu ama mutluluk olmadığını da biliyorum. Hiçbir şey istemediğim koridorlarında hayatın kendi hiçliğimde yankılanıp duruyorum sanki. En kötüsü de istediğimi sandığım neye sahip olursam olayım asla o aradığım huzuru bulamayacağımı bilmem. Bu duygu beni alıp oradan oraya savuruyor. Çok mutlu olduğumu hissettiğim zamanlar yaşadım, şimdi görüyorum ki ehemmiyeti olmayan bir duygu bu. Ya da ben mutluluğu çok elzem bir şey sandım. Her zamanki gibi yine uydurdum belki. Yaşamın basit matematiğini çözmüş her insana imrenerek bakıyorum. Dünyaya fırlatılmış, ne olup bittiğini anlamaya çalışırken gayemi kaybetmiş gibi hissediyorum çoğu kez. Çok zengin, çok ünlü, çok güzel, çok başarılı olmak... Bunların hepsinin birer insan olduğunu düşün mesela kızım, gözlerinin tam içine bakabilsem bu insanların, kocaman bir boşluk görüyorum. Sanki zaman, ve hatta zamanın dinamiği, hayatımız diye öğrendiğimiz, başı bize sorulmamış sonu ise belli olmayan bu yolda ruhlarımızı topluma, dine, ahlak ve kültüre peşkeş çekiyor. Bizi hiçe sayarak, ezerek yürüyor üzerimizden. Öğrendiğimiz en güzel şey belki hayaller. O hayaller ki onları düşlemek ve istemek sahip olmaktan daha güzel. Düşün ki bir hayale sahip olmak onu bekleme arzunu ve heyecanını anında hiç ediyor. İçimde taşan bu kocaman hüzün çoğu kez yazarak dinginleşiyor. Bir sona doğru ilerlerken, tüm yüreğimle nefret ettiğim onlarca vedaya doğru da ilerliyorum. Gelgitlerle dolu ruhum kimi zaman Adana'da göle bakarken sonsuzluğa çakılmak istiyor, aynı ruhum basıp gitmek istiyor ve dahası bir yandan da ilerlemek, söylenecek ne kadar söz varsa söylemek istiyor. Araf demek çok basit kalıyor. Bu bir intihar. Hem katil hem maktul olduğun bir cinayet. Ve tüm bu kaosu izleyen bir görgü tanığısın. İnsan, doğduğu an ne kadar boş ise o halinden daha boş ölecek inan bana. Bomboş öleceğiz. Seçtiğimiz şeylerin seçmediklerimizi üzerimize yüklediği bir kambur olacak sırtımızda. Farz etki sonsuz gökyüzünde bir bulutsun, sonsuzluğun bile bir sonu var. Öyle mânâsız, amaçsız. Bir cevabım yok. Delirmemeye çalışmak ya da düşünmemeye çalışmaktan başka. Yazıyorum. Yazıyorum çünkü seni seviyorum. Ne kadar kaybolsam da, geçtiğim yollara bıraktığımız gülümsemeleri takip ederek seni bulabilirim biliyorum. Yorgunum. Oyuncak arına sarılıp, biraz düşünüp uykuya dalacağım. Ölene kadar her sabah yapacağım kahvaltılardan birini yapıp sabah, güne dalacağım. Bir kuş ya da bir çocuk görüp yine bir karanlığa gireceğim. Ve hayat bu bataklıktan kurtulmaya çalışmaktan öteye gitmeyecek. Öldüğümde istediğim bir şeyin olacağı gerçekse eğer, eğer sorulursa bu soru, bir gökkuşağının tam tepesine oturmak istiyorum. Sana baktığımda, sen güldüğünde hissettiğim bir huzur oluyor bazen, onu hissetmek istiyorum ve tam o anda kalmak. Keşke şimdi olabilse. "