Burnumun direği sızladı. Gözlerim dolu, ağlamaklıyım. İki kelimeyi yan yana getirip yazı yazmaya çalışıyorum bazen. Duygularımı...
Bildiğim bir şey varsa iki kelimeyi yan yana getirip, farklı bir şey söylemeye çalışmak çok zor bir şey. Çoğu kez yazdığım şeyi de beğenmem.
Aynı hissi Sabahattin Ali'nin öldürülme öyküsünü okuduğumda da hissetmiştim.
Her gün onlarca kez söylediğimiz kelimeleri nasıl bu şekilde bir araya getirmişti Sabahattin Ali? Tek bir cümle ile nasıl anlatmıştı aşkı ve biz o aşkı gerçekten öyle hissettiğimiz halde nasıl hiç bu cümleyi kurmayı becerememiştik.
Ve böyle bir deha kafa nasıl sopayla vurula vurula yok edilebilirdi?
Bu kafayı yok olmaması için pamuklara sarmalıydık oysa...
Mümkün olamazdı bu karanlık!
Şimdi aynı kaybetme duygusunu yaşıyorum.
Çok yaşlıydı diyenler vardı mesela...
Bin yıl yaşamalıydı ki zaten!
Çukurova'yı,insanı, işi, işçiyi, emeği, sevgiyi, denizi ve sevdayı öylesine dümdüz, öylesine sade ve kusursuz anlatabilen, yüreği kadar yer kaplayan şu hayatta ve yere göğe sığmayan, kelimelerin önünde diz çöktüğü bu kalem sihirbazı adam bin yıl yaşamalıydı zaten!
Büyük bir usta, kocaman bir bakış, koca koca türküler...
Çok içim yandı.
İnce Memed'in boynu bükük kaldı.
Her Adana'ya gidişimde, uçağın penceresinden gördüğümde memleketimi aklıma Yaşar Kemal gelirdi.
Ömrünüzde kaç kez sarı dediniz?
Ya da sıcak kelimesini kaç bin kez kullandınız?
Kaçınız 'sarı sıcak' yazabildi?
Kaçımız hissetti de diyemedi demirin tuncuna, insanın piçine diye?
Ah Yaşar Kemal ah!
Ciğerim yandı toprağım!
Kalemine gurban, yüreğine gurban, Allah'ına gurban be!
İyi ki yaşadın!
Haydi bin atına şimdi güzel insan...
Ve biz...
Bizim gibiler,
bizim tarafımız.
Bir gülüş eksildik bugün.
Demir olsak çürürdük.
Toprağız, dayanacağız!
Ölümden daha ağır, ölüm değil...
Sarı sıcak bir gidiş sadece.