Ve Kurban Bayramı geldi çattı...
Cep telefonları üzerinden 1 taşla 100 kişiyi vuran toplu tebrik mesajları; maniler, dualar, dilekler... Kâh özlemle kâh mecburiyetten açılan telefonlar... Ocaktaki ha taştı ha taşacak yemeğini bekleyen kadınlar gibi; koltuğun ucuna eğreti oturup, havadis al-ver sohbetleri ve fondip yapılan çaylarla aradan çıkarılan ev ziyaretleri... Tatile kaçanlar, memleketine koşanlar, sevdiğine kavuşanlar... Aşağı yukarı son 20 yıldır alışılagelinen şekliyle bir bayram daha geldi ve geçiyor...
Hayır, “nerede o eski bayramlar” muhabbeti yapmayacağım sevgili okur. Onu, kafasını bir sağa bir sola ahenkle sallayarak en derinden çektiği “aahhh”larla layıkıyla yapan yeterince insan var zaten. Bir faydası olacakmış gibi... Her bayram aynı yazılar, aynı çiziler, derin dondurucudan çıkarılıp önümüze servis edilen ve bayram biter bitmez tekrar paketlenip bir sonraki bayrama kadar derin dondurucuya kaldırılan sasımış lakırtılar...
Umursamadığımdan değil. Çocukluğumdaki bayramları düşündüğümde burnumun direği sızlamıyor mu sanıyorsun? Lakin birçok konuda olduğu gibi bu konuda da; şayet kelamın muhatabı geri döndürülemez bir biçimde değerler erozyonuna uğramışsa, bireyselleşeyim derken asosyalleşmiş ve arşı delen duvarlarla çevrili müstakil dünyasında kendisini ve ailesini ıssız bir yaşama mahkum etmişse, günlerce de konuşsan, sayfalarca da yazsan nafile...
Ben bunlardan bahsetmeyeceğim. Başka bir mesele var benim canımı sıkan...
Belki de hep var olan, fakat sosyal medyanın bizleri kuşattığı, yakınlaştırdığı, şeffaflaştırdığı; içimizi damar damar görünür kıldığı şu günlerde iyiden iyiye belirginleşen bir tavırdan bahsedeceğim. “Din”le alakalı hemen hemen her olayda (bayramlar, kandiller vs.) nefretiyle doğru orantılı şiddette söven; ayrılıkçı, dışlayıcı, hakir görücü bu tavrın öznesi olan fitne fücurdan...
Eh, gündemimizde Kurban Bayramı olduğuna göre, konumuz da Kurban Bayramı fitnecileri...
Katliamın bayramı olmazmış! “Kurban” kelimesini dahi telaffuz edemiyorlarmış! Evden dışarı çıkasıları gelmiyormuş! Hayvanceyizler helak ediliyormuş! Kanmış! Dehşetmiş! Vahşetmiş! Zartmış! Zurtmuş!
Şimdi, öncelikle bunları söyleyen abla ve abilerimizin daha kurdukları cümlelerin dumanı tüterken soluğu et lokantalarında, şarküteri reyonlarında, “big mek”çilerde, sucuk-ekmekçilerde alıyor olmalarını, mezbahalarda itiş kakış, bağırta böğürte, binbir eziyetle kesilip biçilen sözüm ona acıdıkları hayvanları adeta orgazmik bir zevkle dişleyip, afiyetle mideye indirirken zinhar hatırlamayışlarını nasıl açıklarsın sevgili okur? Hemen söyliim:
“Riya”yla!
Dini kimliği, inançları vesaireyi bir kenara bırakalım... Teknik olarak İslam dininde kurban kesiminin katı kurallardan oluşan bir “usulü” vardır. (“İslami usullere uygun kesilmiştir” deyimi kimseye yabancı gelmiyordur herhalde...) Hayvanı yatıştırmak, sakinleştirmek, okşamak; eziyet etmeden, tek hamlede kesimi gerçekleştirmek zorundasındır. Aksi takdirde vebali büyüktür... Başka ülkeleri bilmem ama benim ülkemde yaşayan birçok Müslüman da, bu koşulları gözeterek, usulünce bu ibadeti yerine getirmeye çalışıyor. Ama yoook, “onların” derdi üzüm yemek değil ki! İyi olandan onlara ne? “Otoyolda yaralı boğa kovalayan adamlar” haberine sıkı sıkı yapışıp, geri kalan tüm güzelliklere gözlerini sıkı sıkı yumarak “katliam!” çığlıkları atmaya devam ederler... 3-5 cahil insanın beceriksizliğinin, bilgisizliğinin faturasını “bağcıya” kesebilmektir nasılsa asıl mesele. Onlara bu şansı veren tüm malzemeleri de saksağan arsızlığıyla toplar ve hatta arşivlerler. Garibim bağcı... Üzümün en hasını da yetiştirse, en güzel kaplarda da sunsa beyhudedir...
Yine bu anti-kurbancıların (kendilerini böyle isimlendiriyor bazıları) çıktığı yumurtayı beğenmemek gibi bir ortak sorunları olduğunu düşünüyorum. Ahhh Oyropa Oyropa... İspanya’da “eğlence için” eziyet edilerek öldürülen boğalar için: “Çok yanlış...” Kanada’da “kürkleri için” eziyet edilerek öldürülen foklar için: “Kesinlikle kınıyoruz...” Bizdeki Kurban Bayramı için, en yüksek desibelden “Vahşetttt”! Oldu babacım...
“Kurban” kelimesinin yarattığı, “satanik ayinlerde beşgenin ortasına iki seksen yatırılıp kurban edilen bakire kız” yahut “kayadan oyulmuş köfte dudaklı tanrıları için yerlilerin yakarak kurban ettikleri amerikalı” gibi çağrışımlardan mıdır nedir artık; “Bu yüzyılda, hâlâ kurban etmekten bahsediyoraaaz! İnanmıyorum yaneee...” sesleri yükseliyor ordan burdan. Hani ne bileyim, izledikleri filmlerden etkilenen bir milletiz ya...
Ha bir de içlerinde kişinin alıp hayvanı kendisinin kesmesinin vahşet olduğunu iddia edenler var ki, onlara da bu vesileyle sormak isterim: Mezbahanın tarihi ne bebişim? Hm? İnsanlar yüzyıllardır tüketecekleri hayvanları kendileri kesmişler, işlemişler. Ki hâlâ kimi köylerde, kasabalarda, çiftliklerde kendi kasaplığını kendisi yapan insanlar var. Sen neye vahşet, kime vahşi diyorsun a lafını bilmez dingil? Senin tezinden hareketle; vahşi senin dedendir!
Daha çok şey var söylenecek sevgili okur ama... Yerim dar biliyon mu?
Efenim, derdi sadece üzümün tadını çıkarmak olup; yardımlaşarak, paylaşarak, hatırlayarak, sevindirerek, severek-sevilerek ihya etmeye çalışan herkesin Kurban Bayramı’nı tebrik eder, esenlikler dilerim...