Şöyle depderin bir nefes çekiyorum ki karnımı uzunca bir süre “içine çekili” tutabileyim. Ellerim boşta olsa yanlardan çektirip dümdüz yapacağım. Ama onları her zamanki gibi vücudumun en kritik bölgesine tayin etmişim...
Aynanın karşısında durmuş bedenimi inceliyor; geriyor, sıkıştırıyor, kaşıyor, bir kızıyor, bir okşuyorum. Gözüm gene basenlerimde. Başka bir deyişle; yağ hücresi denen teröristlerin kurtarılmış bölge ilan ettiği o lanetli tepelerde. Bu engebeli coğrafya, bu ılık, yumuşak iklim, gizlenmeleri ve daha da kuvvetlenip işgal sınırlarını genişletmeleri için özel olarak dizayn edilmiş sanki. (fona bi “Kayahan - Allahım Neydi Günahım” alabilir miyim?) Ellerimle fazlalıkları arkaya itip, kontur ayarı çekmeye çalışıyorum...
Takribi 14-15 yaşlarımdan beri süregelen bir dert bu... Yumruk kadar popocuğumun, durmaksızın büyüyen, genişleyen ve sonunda belden aşağımı tümden ele geçiren; bıngıl bıngıl, kımıl kımıl, benden bağımsız bir organizmaya dönüşmesi süreci, nasıl onulmaz yaralar açtı o pamuk helvadan pamuk ergen yüreciğimde, bilir misin ey sevgili okur? (Hislerimi paylaşan kimi orta yaş bağyan okurların, yazının tam burasında Hülya Koçyiğit edasıyla yatak odalarına koştuklarını görür gibiyim. Ağlayın anacım, açılırsınız. Benim de gözler yaşardı gibi sanki...)
Bu kalça mevzuuyla ilgili farklı bakış açıları da var. Evet, her türlü ağır koşulda varlığını sürdürebilen, susuz ve yemeksiz uzun süre dayanabilen, masrafsız bir uzuv olabilir. Ya da su geçirmez, leke tutmaz, asla yassılmayan ithal sünger dolgulu; “minderimi kıçımda yaradana gurban” şükürleri ettirecek faydalı bir eşya... Hatta hatta, kolları göğüs hizasında kırıp, elleri sıkıca yumruk yapmak suretiyle; düşmana doğru yanlamasına savurduğunda ölümcül bir silah! Ne var ki tüm bu avantajlar, konu vücudu olduğunda nefsine her daim yenik bir havvakızı olarak ne avutuyor, ne de su serpiyor...
Öte yandan, malum; sözlü tarihimize baktığımızda görüyoruz ki, bizim kaytan bıyıklı atalar yüzyıllar boyu etli butlu kadınlara meyletmişler. “Yemeğin salçalısı, kadının kalçalısı” demişler lafı dolandırmadan, açık açık. E bugün baktığımızda, en salçalısından bir musakkanın, efendime söyliim bir etli kuru fasulyenin gönüllerdeki tahtı, elin; boğaz dırmıklayan pizzasıyla yahut iki parça sünger arası köfteden mütevellit hamburgeriyle kati surette sarsılmadığına göre, fişın tivideki krakerden bozma sarı benizli karıların da bizim dolgun kalçalı al yanaklı yerli hatunların tahtını sarsması beklenemez. Bizim bir erkek arkadaş var idi, ismi lazım değil. Ağzı da pek bozuktu hani, benden bozuk olmasın. Bir keresinde “Ulen kadın dediğin etine dolgun olur. Ne bu böyle şimdiki karılar(mankenleri kastediyor); tahtaya *m çakmışsın gibi!” dediydi de, artık nasıl hoşuma gitti, nasıl gururumu okşadıysa, herkesten çok ben güldüydüm anıra anıra...
Belki de diyorum, benim henüz keşfedemediğim başka bir hikmeti vardır? Hm, ne dersin sevgili okur? Bir gün, yine böyle ayna karşısında basenlerimi kötü kötü süzerken cinnet geçirip, kesmece karpuz manavları gibi bıçağı iki yanımdan daldırıp, çektiriveriyormuşum aşağı mesela? Anaa, bir de ne görelim??? Çilll çil altın dökülüyor açılan yarıklardan! Efsane bu ya, benim yağ keseleri zannettiğim şeyler meğerse altın keseleriymiş?! Sonra ileride torunlarımın torunlarımın torunları beni anlatacaklarmış; “bizim bi altın g*tlü nenemiz varmış” diye, böyle kurum kurum kurumlanarak. Kuşaklar boyu konuşulacakmışım. Nikel entarili, uçan ayakkabılı sulbüm bebeleri her gece benim hikâyelerimle uykuya dalacaklarmış.
O değil de, o altınları eteğime sardığım gibi liposakşıncıya koşmazsam bana da Gözde demesinler!
İki elimle yanlardan sıkıca bastırıp tek bacağımı mis törki kızları gibi kırıyorum. Göbeğimi içime çekeyim derken gabırgalarımın iki sivri ucu, arasındaki toparlak kemikle birlikte kürek gibi dışarı pörtlüyor. Ama olsun. “Kemik” dediğin zayıflık nişanesi son tahlilde. Daha dik dur Gözde! Daha dik. Haaah... Salma sakın göbeği. Tut içerde tut tut tut. Omuzlar az geri. Memeler tam yol ileri. Evvet!
- Direeenç! Bak hele bak!
- (başını bilgisayar ekranından çevirmeden) Hm?
- Bi beş* kilo verdim mi nassı güzel olcam var yaa. Kalçayı görme tamam mı, görme onu, bildiğin viktoryas sikrıt kızıyım!
- (başını bilgisayar ekranından çevirmeden) Hıhı, tabii...
Beş* Namıdiğer “sihirli rakam”. Kadınların yegane ortak fazlası. Dört değil. Altı da değil. Beş! Verip de güzelleşmeyecek, kilosu ne olursa olsun 90-60-90 gorükmeyecek kadın yoktur!