Okur okur, canım okur. Bilsen gayri nasıl hevessizim, şu pirüpak beyaz sayfaya iki satır attırmaya... Dur alınma hemen! Önce bir sor niye? Bu dağılmış saçların, kurumuş dudakların, titreyen adımların, vardır elbet sebebi...
Diyetteyim nicedir... Açım. Susuzum. Berduşum...
Yemiyorum, içmiyorum. Mış gibi yapıyorum sadece. “Mmm.. ne lezzetli olmuş bu zeytinyağlı pırasa, mh mh mh...” “Ay Direnç şu mandalinadan bi dat allasen, bal bal...” Peh! Hepsi ayak, hepsi yalan! Ne kahvaltı keyfim kaldı, ne geceleri koltuklara gömülüp; olduğum yerde sızana kadar tespih çeker gibi atıştırmalarım... Canım atıştırmalarım benim. Burnumun direği sızladı yine bak...
Market alışverişleri desen; kolumda sepetim, reyonların arasında seke seke gezindiğim bir masal, üzerime rengârenk konfetilerin yağdığı bir festival idi vaktiyle. Sessiz, hızlı, bir an önce bitsin istenen bir cenaze töreninden başka birşey değil artık... Kasada önümde bekleyen kadının arzuyla göğsüne bastırdığı nutella kavanozunun kayıp yere düşmesi tesadüf mü sanıyorsun? Bana yasak, başkalarına yar olmuş her eski sevgili, kem bakışlarıma maruz kalarak tuzla buz olmaya mahkumdur bundan böyle. Hınçlıyım arkadaş. Diyet yapmayan, gönlünce yiyip içen, yiyip yiyip kilo almayan, en ufak bir moral bozukluğunda iştahı kaçıveren, şansı batasıca insanoğluna gıcığım. Böyle bir metabolizmayla, böyle bir iştahla yaşamaya mahkum olmak... Zalımsın dünya!
En kıyak yiyecekleri şişkin cepli müşterilerine servis edip, öğle yemeğinde salçalı makarnaya talim eden garson kardeşlerimi anlıyor ve her evdeki ahaliye yemek pişirişimde saygıyla anıyorum. Müzik ruhun gıdasıdır diye şarkı dinlemeye bile çekinir oldum. Kalori dediğin nereden geleceği belli olmayan bir sinsi düşman. Kapıdan kovsan bacadan giren bir arsız misafir. Bir kere menziline girmeye gör. Ne yapar eder sızar içeri. Bir kek diliminin çikolata parçacığında, bir makarna sosunun yeşil fıstığında... Bakarsın çok severek dinlediğin şarkıdan sonra 200 gram alıvermişsin! Olmaz deme okur. Şu hayatta her şey olur...
Ben ki bunca yıl dereyağınan ekmeği gizli gizli buluşturmuş, kaymağı uykusunda baklavanın koynuna sokmuş, karamelle dondurmaya nikah kıymış insanım. Şimdi iki beden incelmek uğruna sevenleri ayırmaya dayanmıyor elbet yüreciğim. Acılardayım...
Sabahları, birilerine tüm nefasetiyle doğarken gün, ben geceye çapa atmış; zafiyetin eşiğindeki ruhuma, şekersiz kahvenin karasını çalıyorum sevgili okur. Çay kaşığını isteksizce şıngırdatıp olmayan şekeri karıştırarak, yavaşça sandalyeme tünüyor ve dünyanın en lezzetli şeyini içtiğimi farz ederek ufka dalıyorum. Bir yudum almamla olan oluyor: Kahve bana ilk ve son aşkımı; “çikolatayı” hatırlatıyor. Bileklerimi kesmek istiyorum...
Bunca çile, bunca uğraş... Hep bu ideal kadın dayatması yüzünden. Aaah ahhh.. Bir önceki yazımda da söylediydim; Osmanlı’da yaşayacaktık ki kıymetimiz bilinsin. Ele gelmeyen kadının kadından sayılmadığı o altın yıllarda. Budu köfteye, göbeği tatlıya konu olmuş o kütür kütür kadınlara, gece gündüz kepekli püsküüt kemiren soluk benizli torunlarından selam olsun...
Aslında var yaa... Kaçıracaksın şöyle üç beş tane dünyaca ünlü modacıyı! Boyunlarındaki simli şallarla şöyle bi sallandıracaksın Taksim meydanında! Bak nasıl değişiyor ölçüler, trendler... Modada reform şart! Tabii bunu bir elinde salatalık öbür elinde yeşil çayla söylerken pek inandırıcı olmuyor insan ama...
Neyse. Bana müsaade... Gidip Ferdi Babamın Acılar parçası eşliğinde iki tek layt kola atayım...
https://twitter.com/#!/kanaviche