Muhabbet koyulaşıyor. Konudan konuya geçiyoruz. Sıra sinemaya geliyor. 1967’de California’da yaşanmış gerçek bir olayı, günümüz Almanya’sına aktaran “Die Welle”den (Dalga) bahsediyorum. “Öğretmen Rainer Wegner ve öğrencileri etrafında şekilleniyor. Sinema sitesi IMDb 10 üzerinden 7,5 vermiş. Mutlaka izlemelisin.” diyerek filmi tanıtıyorum. “Olur, izlerim.” diye karşılık veriyor. Muhabbeti Türkiye’ye bağlamak niyetindeyim. “Aslında Türkiye’deki eğitim sistemine de bir bakıma ışık tutuyor.” Bir 10 dakika da Türkiye’deki eğitim sistemi üzerine konuşuyoruz. Neden sonra asıl konuya geliyoruz. Şirkette yetkili de olsa anlatış tarzından ve ses tonundan yaptığı işten zevk almadığını seziyorum. Ve bunu söze döküyorum. “Bence yaptığın işten zevk almıyorsun. Zoraki yapıyorsun.” “Ama bakmak zorunda olduğum bir ailem var. Ve artık genç de değilim.”
Sıcak geçen ve gerçekten keyif aldığım bir iş görüşmesiydi. “Bu iş olsun ya da olmasın seninle konuşmak güzeldi” diyerek veda ediyorum. O da benle konuşmaktan gerçekten zevk aldığını söylüyor. Ve olumlu ya da olumsuz bir dönüş yapacağına dair söz veriyor. Umutlanıyorum bu seferki diğerleri gibi olmayacak. İçimden olumlu ya da olumsuz geri dönecek diyorum.
Sanki bir iş görüşmesi gibi değil de bir arkadaşımla yaptığım muhabbettin üzerinden üç hafta geçiyor. Ama ne arayan var ne soran. Neden sonra arkadaşlarımla bu konu hakkında konuşuyorum. Onlar da benzer şeyler yaşadıklarını hatta güzel geçen görüşmelerin ardından hiç aranmadıklarını söylüyor. Galiba insana bir işe alınmamak değil de en çok yok sayılmak koyuyor.
İstanbul bugün de karlı bir sabaha uyandı. Bu soğuk ve karlı kış gününde yine bir iş görüşmesi yolundayım. Bakalım ne olacak?