Anne-çocuk ilişkisini sıklıkla geren bir noktalardan biri şudur: Alıştırmak, alıştıramamak kavramı.
Alıştırmak keyfe ya da tekrara bağlı bir durum değildir. Bir davranışa alışmak, ancak beyinde alıştırılmak istenen davranışı yapmaya muktedir sistem ya da sistemler varsa mümkün olabilir. Yoksa bireyin alıştırılabilmesi mümkün değildir.
Oysa anneler, çocuklarını arzu ettikleri bir davranışa alıştırabildikleri zaman kendileriyle gururlanır, alıştıramadıkları ya da arzu etmedikleri bir davranışa istemeyerek alıştırmış olduklarında gereksiz yere kendilerini harap ederler. Örneğin;
- Ben onu pürtüklü gıdaya alıştırdım.
- Maalesef ben alıştıramadım.
- Bak gördün mü sonunda sen onu kucağa alıştırdın.
- Ben hiç kucağıma almadım. Çok şükür benimki kucağa alışmadı.
Çocuk davranışları şüphesiz ki yönlendirilir. Ancak bu konuda anlaşılması gereken konu şudur: Ne alıştıran alıştırmıştır ne de alışmayan alıştırılamamıştır. Yani, yalnız alıştırmakla davranışlar ortaya çıkabilse idi ve alıştırmak sadece tekrarla mümkün olsaydı 3 aylık bebek de yürütülebilirdi. Bebek yürüme yeteneği gelmeden bir gün önce yürütülemez. Öyle olsaydı fizyoterapi sayesinde spastik çocuk kavramı olmazdı. Kaldı ki spastik bir çocuğa uygulanan fizyoterapinin anlamı da çocuğu yürütmek değil, çocuğun hareketsiz kaslarını aktif tutabilmektir. Sonuç olarak, yapılması gereken istenen bir davranışın ortaya çıkmıyor olması halinde “alıştırdın-alıştırmadın” muhabbeti yerine neden bu davranışın ortaya çıkmıyor olduğu sorusunun sorulmasıdır.
Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, Korku