İlk alışveriş merkezi şimdiki moda deyimiyle AVM, Özal döneminde Bakırköy sahilinde açılmıştı.
Galleria o güne kadar, özellikle Amerika görenler hariç, herkesin ilgi ve merakını çekmişti.
Bu tür AVM’ler sadece Amerika’da vardı. Avrupa’da ise dev mağazalar vardı. Almanların Kaufhause’si, İngilizler’in Harrods’u gibi.
Amerika’da ise genellikle kentlerin biraz dışında, içinde birçok mağazayı barındıran dev binalar yapılmıştı. Shopping Mall denilen bu yerlerde, ihtiyaç duyulan her şeyin satıldığı yüzlerce mağaza vardı.
Bunlar, kentlerin dışında olduğundan, aynı markalar kent içindeki mağazalardan biraz ucuza da satılırdı.
Aslında AVM denilen yerlerin bizim tarihi Kapalıçarşı’dan farkı yok. Sonuçta dev bir kapalı mekan ve içinde yüzlerce dükkan. Hepsi bu.
Galleria Türkiye için bir ilk olduğu kadar Avrupa’da örnekleri pek olmayan büyük bir alışveriş merkeziydi. Ünlü Fransız Printemps, dev binanın en büyük yerini kaplıyordu.
Birkaç katlı mağazada katlar arasında yürüyen merdivenler çalışırdı.
Bizler o güne kadar sadece Mahmutpaşa’daki Atalar mağazasını bilirdik. İçinde, “Yürüyen merdiven” olan mağazaydı Atalar.
Londra’daki Harrods gibi veya Fransız Printems gibi mağaza içinde mağaza türü bir yerdi.
Hele o yürüyen merdiveni?
Şimdi neredeyse evlerin içinde bile kullanılan yürüyen merdivenler o tarihlerde (o tarihlerde dediğim 30-35 yıl öncesi), hiç bilinmiyordu.
Ankara Kızılay’daki Gima’da ve ve Mahmutpaşa’daki Atalar’da vardı yürüyen merdivenler.
Ankara’da da İstanbul’da da mağaza önünde birikenler olurdu, ki yürüyen merdiveni görsün.
O merdivenden ürküp de içeri girmeyenler bile olurdu, vallahi şaka yapmıyorum.
O Galleria’yı hepimiz gezmeye giderdik. Bir kere muazzam bir otoparkı vardı. Arabanı koy, üstelik bedava, git gez, eğlen, sonra gel al arabanı.
Printems aslında Prentan diye okunurdu. Reklamlarda adam Prentan diyor, Galleria’ya gidenler Prentan arıyor, oysa nal gibi duruyor koca ışıklı tabela, ama ne var ki Printems yazıyor.
Ayıp değil tabii. Herkes dil bilmek zorunda değil. Zamanında, 60’lı yıllarda milyonlarca insan Koca Kola’yı yazıldığı gibi cocacola diye okurdu.
Dormen Tiyatrosu, “Gigi” adlı oyunu sergilerdi Anadolu turnelerinde. Gigi aslında, Jiji diye okunur ama yine herkes Gigi derdi, oyunun baş kadın sanatçısının adının neden Jiji olduğunu da anlamazdı.
Dil bilenler gülerdi gülmesine de, onlara da Çince bir kelime gösterince morarırlardı, öyle ya İngilizce bilince bilmeyenle dalga geçeceksin, kendi bilmediğin bir dil olunca ne olacak?
Bazen Çince, Arapça yazılı metinlere bakarım uzun uzun, sonra, “Okuma yazma bilmemenin” ne kadar kötü bir şey olduğunu idrak etmeye çalışırım.
Size de tavsiye ederim. Ara sıra Latin alfabesi dışındaki yazılara bakın, okuyamamak neymiş anlarsınız.
Galleria İstanbullular için bir eğlence yeri haline gelmişti. Özellikle kentin varoşlarından kopup gelen, gençler pek sevmişlerdi burayı.
Rahmetli Özal bir sohbetimiz sırasında Galleria’yı çok övmüş ve “Bunlardan daha çok yapılması gerek” demişti. Ona göre bu tür yerler, kent insanı için aynı zamanda bir eğitim yeriydi.
Görgülü olmayı, toplum içinde nasıl davranması gerektiğini öğrenecekti insanlar.
Yanlış da değil.
Gerçekten alışveriş merkezlerinin ilk açıldığı yıllardaki hava yok artık buralarda. Gençler AVM’lere günün moda deyimiyle, "Çok takılıyorlar” artık ve eskisi gibi hırtlıklar, eşek şakaları da olmuyor.
Galleria açıldığı yıllarda, varoş gençleri gruplar halinde gelirlerdi, doğal olarak da pek sevdikleri, itme kakma şakalarını yaparlar, özellikle kızlara da güya caka satmak için saçma sapan takılırlardı.
Şimdi kalmadı bunlar pek. Artık varoş genci de, işçisi, çırağı, zengin çocuğu da neredeyse aynı davranıyor.
Galleria’dan sonra yanılmıyorsam Akmerkez açıldı. Etiler’in tam ortasında, bomboş bir araziydi orası. Akmerkez yapılan kadar, ehliyet almak isteyenler bu arazide araba kullanırdı.
Zaten o yıllarda Etiler şimdiki kadar makbul değildi ki.
Ulus’a doğru ilk evler yapılmaya başlandığında, millet birbiriyle dalga geçerdi, “Yahu kışın oralara kurt iniyormuş” diye.
Şimdi “Kurtköy” var, villadan geçilmiyor, şehirli kurtlar işgal etmiş her yeri.
Galleria’dan sonra Akmerkez'de çok iş yaptı. Özellikle İstanbul’un Boğaz tarafında oturan ve diğer bölgelere göre daha varlıklı olan insanların değişmez uğrak yeri oldu Akmerkez.
Sonra AKP iktidara geldi 2002’de. AVM’lerin sayısında patlama oldu.
Biz zamanında iki AVM ile yetinirken, bugün 57 AVM’miz olmuş. 20’si de inşa ediliyormuş.
Aslına bakarsanız, buradaki mağazalar gerçekten kazanıyor mu, satışlar arttı mı bilemiyorum. Hepsi hıncahınç dolduğuna göre, demek ki işler iyi.
Tabii bu ne kadar sürer. Kimi ekonomistler AVM sayısında da doyuma ulaşıldığını, bundan sonrasının zarar edeceğini, hatta şu anda iyi iş yapanların da olumsuz etkileneceğini söylüyor.
Sonuçta artık hayatımızda bir AVM gerçeği var.
Ben pek sevmiyorum bu yeni trendi ama, çoğu zaman benim de işime geldiğinden, zorunlu olarak gidiyorum.
Ayrı bir alışveriş kültürü oluştu bu AVM’lerle birlikte.
Eskiye oranla, çok daha fazla tüketiyoruz, bunun da farkında mıyız, orasını size bırakıyorum.
Bu yazıda AVM’ler nedeniyle ihmal ettiğimiz mahallemize sahip çıkmamız gerektiğini anlatmaya çalışacaktım.
Görüyorum ki bir başladık, yazı amacından saptı. Bu hafta uzatıp sizleri de sıkmayayım.
Haftaya AVM’lerin hayatımıza olumlu ve olumsuz etkilerinden söz ederim.
Ama özellikle, mahalle hayatımızın üzerinde durmak istiyorum.
Mahallelerimizi kaybediyoruz, böyle bir ipucu vereyim. Mahallemizi kaybettiğimizde, sosyal yaşamımızı da kaybediyoruz.
İşte bunun üzerinde duracağım