Bu gün biraz magazinsel bir yazı yazayım diye düşündüm.
Malumunuz “muhteşem dizinin, muhteşem Hürrem’i” diziyi ve Türk izleyiciyi pat diye bırakıp Almanya’ya kaçıvermişti. Günlerce yazıldı, çizildi, geri dön feryatları edildi ama “Hürrem” dönmedi.
Kimi çok para istedi, verilmediği için gitti dedi, kimi “tükenmişlik sendromu” dedi. Şimdi öğreniyoruz ki gerçekten tükenmiş, üstelik de hamileymiş.
Günlerdir gazetelerde bu haber var. Köşe yazılarında hamileliği tartışılıp duruyor. Bazıları Hürrem’den (Meryem Üzerli) yana tavır takınırken, bazı yazarlar da acımasızca eleştirmede.
Bu yazıları okuyunca ister istemez, Hürrem’in derdi sizi mi gerdi diye düşündüm. Zira bir köşe yazarı yazısını şöyle sonlandırmıştı.
“Sizinle birlikte çocuk sahibi olmak istemeyen birinden rızası olmadığı halde çocuk yapmak hiç onurunuza dokunmaz mı?”
Bu satırları yazan bir erkek olsa şaşırmayabilirdim. Ama bir kadın, kendi cinsinden birinin duygularını anlayamıyorsa söylenecek söz çok olmasına karşı bu hanım yazara diyecek pek bir şey yok.
Bir kadın anne olacağını öğrendiği andan itibaren kendini bambaşka bir mecrada bulur.
Korkular, tedirginlikler, endişeler, heyecanlar, sevinç, gurur, merak, haz. Velhasıl birbirine sarmalanmış tüm bu duygular birbiri ardınca sahiline vurur.
Hayata gelmek için yola çıkmış bebek her şeyden habersiz, sıcacık, korunmalı bir yerde büyümeye başlarken annesinin onurundan, babasının onu isteyip istemediğinden habersizdir.
Ve bir hayat can bulurken içimizde, onu gereksiz ayrıntılar için kurban etmeye hakkımız da yoktur.
Ayşe Arman en doğrusunu yapmış, atlamış uçağa gitmiş yanına. Kadın kadına dertleşmişler ve meselenin Meryem Üzerli yönünden açıklamasını köşesine taşımış, iyi de etmiş.
Belki bu açıklamalardan sonra suçlamalar, aşağılamalar biter. Meryem Üzerli de yaptığı seçim sonunda zamanı gelince anne olup, yavrusunu kollarına alıp, öper, koklar. Zira kürtajı reddetmiş. “Bir ruh dünyaya gelmek istiyor, kürtaj, kendimi Tanrı yerine koyup, ölsün ya da kalsın kararını vermek gibi bir şeydi benim için, onu yok edemezdim”diyor.
Aferin sana Meryem. Verebileceğin en doğru kararı vermişsin. Seninle hiç karşılaşmasam da, yollarımız hiçbir zaman kesişmeyecek bile olsa bu konuda seninleyim. Benzer bir durumu yıllar önce yaşadım.
Eşim “ah bir de çocuğumuz olsa” diye başımın etini yiyip, şiirler düzerken ikizlerime hamile olduğumu öğrendim.
Akşamı iple çekip, heyecanla hamile olduğumu, hem de ikiz olduğunu söyledim. Kim bilir ne kadar sevinecek diye düşünürken bir anda hiç ummadığım bir tavırla karşılaşmıştım.
Eşim, “ikiz çocuk zor olur. Seni düşündüğüm için böyle diyorum, yıpranırsın. En iyisi aldırmak” dediğinde onu boğasım gelmişti. Demek ki istemiyordu bebeklerimi. Tıpkı Meryem Üzerli gibi ben de onları yok edemezdim. Kendimi bebeklerimin katili olarak düşünmek bile korkunçtu. Eşime kendisiyle aynı düşüncede olmadığımı söyledim ve zamanı gelince bebeklerimi kucağıma aldım. Çok da iyi ettim.
Eşimin mecburen baba olması hiç de onuruma dokunmadı. Çünkü o bebekleri birisi istedi diye de doğurmadım, istemiyor diye de feda etmedim. Onlar Allah’ın bir lütfuydu. O nasip etti. Birisi down sendromlu (Rabbimin hediyesi olan bir melek), birisi normal oldu.
Yıllar yılları kovaladı, ikizlerim yirmi iki yaşlarına girdiler. Onları sevgimle, sabrımla büyüttüm, gözümün önünden bir an olsun ayırmadım.
Gün geldi eşimle yollarımız ayrıldı, o kendi hayatını kendi kulvarında götüredursun, ben yavrularımla huzurlu bir ortamda ömrümün kalan kısmını sürmeye devam edeceğim. Son nefesime dek onların daha iyi bireyler olması için uğraşacağım. Varsın babaları zamanında kürtajla aldırmamı istediği ama yeri geldiğinde de hava attığı çocukları ile artık ilgilenmesin,ayrıldıktan sonra melek kızını görmek dahi istemesin, inanın hiç dert değil.
Meryem’in sevgilisi “hayatım boyunca bu çocuğa saygı duymayacağım, sana da saygı duymuyorum, gerçek yüzünü gördüm, beni hiçe saydın” filan demiş. Aman, ne gam.
Ey cahil adam, o kahrolası egonu ön planda tutup “Türk erkeği istemezse, bir kadın bunu yapamaz” diye yaklaşım gösteren biri olarak, bir kadına, bir bebeğe nasıl saygı duyardın ki zaten? Varsa sen, yoksa sen. Mantık bu olunca sana kim saygı duysun?
Ayşe Arman ve Meryem Üzerli söyleşisinin bana göre en güzel cümlesi şuydu. Buraya alıyor ve altına imzamı atıyorum.
“Ben bir adam sevdim, ama o adam aslında yoktu”
Çiğdem Altınöz