“Çocuk” demek ne demek sevgili okur?
Canlarımız ciğerlerimiz, yaşama sebeplerimiz, yaradanına gurban olduğumuz biricik evlatlarımız olmaları dışında yani? Hayır, ortalama bir metrelik minyatür insanlar olmaları da değil duymayı beklediğim cevap.
“Gürültü” demek sevgili okur, “gürültü”!
Asla ayarını tutturamadıkları o bağıra çağıra konuşmalarıyla, beynimizi elma gibi ortadan ikiye bölen; ok gibi fırlattıkları o tiz çığlıklarıyla, benim diyen operacıları solda sıfır bırakabilecek gürlükte o gümbür gümbür ağlamalarıyla; gürültücü değil, “gürültü”nün ta kendisidir çocuk.
Öte yandan, gürültünün ihtiyacındadır çocuk. O “gürültü”dür çünkü onu sağlıkla büyütecek olan. Minicik bedenine aygaz tüpü gibi pompalanmış o tonlarca enerjiyi harcamaya mecburdur. Çocuk hoplar, zıplar, koşar, atlar, yuvarlanır, tırmanır, bağırır, ağlar, kahkaha atar... Senin benim kazan gibi olmuş kafalarımız çocuğu bağlamaz. Çocuk, sabır ve hoşgörü gerektirir.
Bu hoşgörme mecburiyeti, yalnızca aynı odayı paylaşan çekirdek aileler için değil, çok odalı, devasa evleri paylaşan kalabalık aileler için de geçerlidir. Apartman ve apartman sakinlerinden bahsediyorum sevgili okur. Kendi evi diye zırt pırt sizin evin ziline basan alzheimerlı teyze, olur olmaz tuhaf sesler ve gürültüler çıkaran zihinsel engelli genç, sabahlara kadar hiç susmamacasına ağlayan yenidoğan; hepsi ama hepsi, bu kocaman ailenin birer parçasıdır. İncecik beton duvarların yeterince mahrem kılamadığı iç içe geçmiş hayatların huzur içinde sürdürülebilmesi için tahammül şarttır...
Bütün bunları niye anlatıyorum?
Yakın zaman önce yaşadığım bir olay yüzünden. Gırgıriye’nin Sabahat’ine* dönüşmem an meselesiyken, mucizevi bir biçimde kendime hakim olup, medeni davranabildiğim...
Saat sabah 11 suları. Tırnak törpüsünü elinden aldığım için öfkeden deliye dönen minik cadı (Mina) başladı kendini kahredercesine ağlamaya. Tepiniyor, yolunuyor, kendini yerden yere atıyor. (Genellikle sakin, uyumlu ve neşeli bir bebektir. Ama bazen de bir delirir! İşte öyle öyle zamanlarda, şöyle elimde top yapıp te fezaya fırlatasım gelir!) Aslında dikkat dağıtma, kafa karıştırma konusunda gayet iddialı bir anne olmama rağmen, o gün ne ettiysem bu cadıyı susturamadım. Oturmuş antreye ağlıyor da ağlıyor. Yerinden de bir santim kımıldamıyor. “Ya törpüyü getirirsin, ya da benzin döküp yakarım kendimi!” modunda. Baktım ikna olmuyor, hatta ilgi gösterdikçe daha da çirkefleşiyor, salona gidip oturdum. Hiç ilgilenmiyormuş gibi görünmeye çalışıyorum. Aradan 2-3 dakika geçti geçmedi, mutfak boşluğundan bir bağırtı çalındı kulağıma. Önce üstüme alınmadım. Sonra baktım yükselerek devam ediyor ses, kulak kesildim. “Çocuk”, “yiterrr”, “ses” gibi kelimeleri seçip işleyince beynim, derhal mutfakta aldım soluğu.
Cama doğru yaklaşıp, söylenenleri daha net duymaya çalıştım. Evet! Kadının teki resmen bize sövüyordu! Fonda halen Mina’nın ciyaklamaları, pencereyi açıp, kafamı çıkarabildiğim kadar dışarı çıkardım. Sesin nereden geldiğinden emin olamadığım için, mutfak boşluğuna doğru çıkıştım:
- Hayırdır? Kim o avaz avaz bağıran?!
- Ayy kimin çocuğu bu böyle ciyak ciyak? Anası danası yok mu bunun bi oyalasın, bi ş’apsın?!!
- Anası var. Ama danası yok. Evde beslemek zor olur diye düşündük.
- ..?!?.. Ne?
- Dana diyorum. Zor olur.
- ..?!?.. Ay kafamız şişti! Susturun lütfen. cık cık cık..
- Haaa, sesi diyorsunuz siiiz... Yaa sormayın, “off” düğmesine basıyorum basıyorum kapanmıyor. Teknik servisi çağırdım. Birazdan burada olurlar.
- ???!!!
- Olmadı aldığımız yere götürüp iadesini talep edicez artık n’apalım.
- çtonk! (pencere kapanma sesi)
- (sesimi iyice yükselterek) Gerçi faturasını da saklamadıydım ama!!!
Aynı apartmanda, deyim yerindeyse “koyun koyuna” yaşayan insanların, birbirlerine karşı bu kadar acımasız, bu kadar hoşgörüsüz, bu kadar bencil olmalarını hayretle karşılıyorum. Ve bir daha buna benzer birşey yaşanacak olursa, bu kadar nazik ve nüktedan olmayacağımı da aha da buradan duyuruyorum! Siz Anne Boyutu okurları, şahidimsiniz anacım.
* Gırgıriye komedi serisinde, Perran Kutman’ın canlandırdığı cadaloz karakter.