Şimdi, hepimiz çevreciyiz değil mi sevgili okur? Çevre sorunları söz konusu olduğunda, dost meclislerinde, altın günlerinde, minibüs sohbetlerinde maşallah mangalda kül bırakmıyoruz. Nükleer santral projelerini lanetliyor, yavru balık avcılarını yerden yere vuruyor, kimyasal atıklarıyla doğal yaşamı tehdit eden fabrikalara ve onların başındaki kalantor p*zevenklere ana avrat küfrediyoruz. Güzel. Buraya kadar bir sorun yok. Konuşmak lazım elbet. Olan bitenin farkında olmak, dinlemek, anlamak, anlatmak...
Pekiiiii,
Kendi aramızda masaya yatırmak, ilgili video ve makaleleri paylaşıp “duyarlılığa davet” zincirinin bir parçası olmak, Aşk-ı Memnu’nun reklam aralarında konu ile ilgili ateşli TV tartışmalarına göz atmak, inbox’ımıza düşen Grinpis maillerini okumak, efendime söyliim; hökümetin “suyumuzu ihtiyatlı kullanalım lütfen!” mesajlarını kafamızı “hıı hııı” diye aşağı yukarı sallayarak onaylamak dışında, başka ne yapıyoruz? Gerçekten istekli ve samimi miyiz çözümün bir parçası olmak konusunda? Yoksa bütün olayımız çenede de, icraata gelince fos muyuz?
“Ne konuşup duruyon ukala dümbeleği? Kendin sütten çıkmış ak kaşık mısın acaba?” diye sorabilirsin sevgili okur. Ben de sana “Günahımı alıyorsun.” derim. Çünkü, bu soruların aynısını kendime de soruyorum ben. Tuhaf bir rehavet duygusu bende de var, inan. Mars’ta arsam varmış da, tahliye sirenleri çalmaya başladığı anda tezelden bir gecekondu dikiverecekmiş gibi rahatım. O yüzden de, aslında hepimiz adına yazılmış bir öz eleştiri yazısı bu. Yanlış anlaşılmasın...
Bu kadar uzun bir girizgâhtan sonra, asıl sormak istediğim soruya geliyorum:
“Çocuğun” var mı sevgili okur?
Yani, bu dünyaya, sen ölüp gittikten sonra yaşamaya devam etmek zorunda kalacak; günahsız bir insan yavrusu getirdin mi? Bir gün büyüdüğünde, kırılıp dökülmüş, leş gibi kirletilmiş, tüm erzakları tüketilmiş, tarumar edilmiş bu evin yeni kiracısı olacağının farkında mısın? Eğer cevabın “evet”se, yüzüne biraz daha yaklaşıp gözlerimi kocaman kocaman açarak, taciz edercesine tekrarlamak istiyorum:
Ona bırakacağın bu evi korumak, onarmak, bakımını yapmak için ne kadar çaba sarfediyorsun? Tuvaletten çıkarken bile “Aman benden sonra giren temiz bulsun, ‘pis’ damgası yemiim.” diye tasalanırken, bunun binde birini senden sonra bu gezegende yaşayacak olan yavrun için güdüyor musun?
Ne dersin? Güdüyor muyuz sevgili okur?
Eğer sen de benim gibi, verecek cevap bulamıyorsan, silkinip kendine gelme vaktin gelmiş de geçiyor demektir...
Peki neler yapılabilir? “Dişlerimizi fırçalarken suyu şoldur şoldur açık tutmamamız gerektiği” klasik uyarısı dışında mesela?
Öncelikle, bir eğitimci olarak şunu söylemek isterim ki; lütfen, rica ederim; çevre konusunda bilinçlendirme işini sadece okulun üzerine yıkmayalım... Okullarda yürütülen çevre projeleri, etkinlikler, çalışmalar vs. elbette ki çok önemli. Ama sen, anne-baba olarak iyi birer örnek değilsen, bazı temel alışkanlıkları çocuğuna küçük yaşta kazandıramamışsan, okulda yapılanlar, etki olarak suya yazı yazmaktan hallice olacaktır, buna emin ol. Yani, hem ona bırakacağın gezegene özen göstermeyerek, hem de alışkanlık ve tutumlarınla iyi örnek olmayarak çifte zarar vermiş olacaksın çocuğuna...
E hani evladımızı onun için canımızı verecek kadar çok seviyorduk? “Bu ne yaman çelişki?” diye sormazlar mı adama. Onun geleceği için duyduğumuz endişe; hangi fakülteyi bitirip, hangi üniversitede master yapacağından mı ibaret yani? “Gelecek”ten anladığımız bu mu gerçekten?
Okullarda, sokaklarda, alışveriş merkezlerindeki geri dönüşüm kutularından sizin evde de var mı mesela? Yoksa iki çizik attığı caaanım birinci sınıf hamur kağıdı ve onun gibi yüzlercesini hiç düşünmeden çöpe mi tepiyorsun sen de birçokları gibi için sızlamadan? Peki ya cam? Ve plastik? Onlar da alt alta üst üste çöpü mü boyluyor? Bunları ayrıştırmayı, her biri için ayrı çöp kutuları/poşetleri oluşturmayı akıl etmedin mi hiç?
Tek yapman gereken bir pet şişeye doldurup, gelip almaları için toplayıcı şirketlere haber vermek iken; sen, mutfak tezgahına oturmuş seni izleyen çocuğunun meraklı bakışları altında bir tencere kızartma yağını lavaboya mı boca ediyorsun? Ekotoksik etkisiyle ulaştığı ortamı tahribata uğratan (deniz ve deniz canlıları gibi), kanalizasyon borularına sıvanarak zaman içerisinde daralma ve tıkanmalara sebep olan litrelerce kızartma yağından ne kadarı senin lavabo giderinden akmıştır, bir düşün...
Yoksa meyve çekirdeklerini de mi çöpe atıyorsun? Bir poşette biriktirip, çocuğunla beraber güle oynaya toprağa gömmek, olmadı bağa, bahçeye, ormana savurmak varken... İleride belki % 10 kadarının yeşerip tekrar ağaca veya bitkiye dönüşmesi ihtimalini hiçe sayıyor olamazsın...
Karlı kış günlerinde, kuru ağaç dallarına kuşlar için ekmek parçaları saplayıp, kavurucu yaz günlerinde sokak hayvanları için evinin önüne bir kâsecik su bırakıyor musun? Peki bunları yaparken çocuğun da yanında oluyor mu? Hatta bırak yanında olmasını, bizzat ona yaptırıyor musun? Çocuğunun, yaprak, çiçek, dal vs. koparmasına, açıklamasını da yaparak mani olmaya çalışıyor musun? Yoksa “Ormanlar feda olsun yavruma!” kafasında mısın? Çocuğunu da yanına alıp bir “çevre yürüyüşü”ne katılmak aklına geldi mi hiç?
Mesele şu ki, ağacımızı yaşken eğmezsek, büyüdüğünde gerçek ağaçları kökünden koparması, yahut koparanlara seyirci kalması işten bile değil...
Yazının başında “Bebesini düşünenler, bir adım öne çıksın...” demiştim. Sen sevgili okur, bu yazıyı okuduğuna göre, çocuğunun geleceğini umursuyor olmalısın... O hâlde bu konuda, gidişata söylenmek dışında da birşeyler yapmaya, daha da önemlisi; çocuğunun çevre bilinci kazanması ve sorumluluğunu bilen bir “dünyalı” olarak yetişmesi için mücadele etmeye bir itirazın yoktur diye düşünüyorum?
Efendim? Başka bir gezegende, yeşillikler içinde, denize nazır, şahane bir aile apartmanınız mı var? Bak onu bilemiycem...