Endişe, kaygı, sıkıntı, kuşku, korku, şüphe… Evrimsel davranış portföyümüzün vazgeçilmez komponentleri bunlar…
Endişe (anksiyete) en temel yaşantı; diğer bütün nüansların bir toplamı. Bunlardan başka yazılarımızda bahsetmiştik. Önemli bir tanesini hatırlatalım: Kuşkuculuk (septisizm) çok aşırıya kaçmadıktan sonra, akılcı düşünce için bir sine qua non (olmazsa olmaz) teşkil eder.
Peki ya şüphe (suspicion)?
Türk Dil Kurumu sözlüğü saçmalıyor bermutat, Arapça şüpheden gelirmiş ve kuşku demekmiş! Düzgün kamuslar bunun doğrusunu söylüyor. Halk arasında bu nüanslara dikkat edilmeyebilir ama bir bilim adamı veya gerçek bir entelektüel kelimeleri ve tekabül ettikleri kavramları doğru bilip doğru kullanmaya mecburdur, mahkûmdur…
Nereye kadar işlevsel ve sağlıklı, ne zaman patolojik?
Her hayvan korkar ve başına bir şey geleceğinden endişe eder.
Hele civarda düşmanları varsa, bunda da pek haklıdır.
Yeni bir ortama girerken de şüpheli ve ihtiyatlıdır, etrafı çok dikkatle kolaçan eder. Eğer muhtemel tehditlerin farkına varırsa, derhâl durumu düzeltici davranış setleri sergiler. Meselâ yavrularını yuvaya taşır, etrafa tehlike alârmı verir (sesle, kokuyla veya belli türe has işaretleşme hareketleriyle.)
Daha önce hücuma uğramış ve canını zor kurtarmış olan hayvanlar bu açıdan çok daha hassastırlar ve ortada hiçbir şey yokken dahi aşırı şüpheci davranabilirler. Bu da çekinmeyle, kaçınmayla, tehdit etme veya saldırma arasında çeşitli tepkilere sebep olabilir.
Meselâ fillerde ve maymunlarda ciddi Posttravmatik stres bozukluğu tablolarının ortaya çıkabildiği ve paranoidleştikleri, saldırganlılaştıkları çok iyi dokümante edilmiştir.
Ünlü yamyam diktatör İdi Amin Dada Oumee’nin davranışları kurnazlıkla soytarılık, kibarlıkla vahşilik arasında sürekli değişiyordu. Ülkedeki bâzı kabilelerin yok edilmesi için emir verdiği ve yönetimi boyunca 80 bin ilâ 300 bin arasında, belki de daha fazla Ugandalıyı öldürtmüştü.
Bu arada çılgına dönen askerler, sırf dişlerini alabilmek için, bir nesil yetişkin fili hunharca katledip, cesetlerini ortalıklarda sürümüşlerdi; “yandaş” bâzı kabile mensupları da onlara katılmışlardı. Daha sonra bu kepazelikten kurtulabilen birkaç yetişkin, filde önceden hiç yapmadıkları şekilde insanlara saldırma ve ölen filleri uzun uzun koklayıp öfkelenme davranışları gözlendi; duygulanımları künttü. Bu kayıp neslin çocukları, erken yâni 18 yaşında (filler 20-22 yaşında ergenleşirler) ergenleşip saldırganlaştılar. Tam ve tipik antisosyal davranışlar sergiliyorlardı. Çünkü fillerde sosyal hayat, mertebeleşme ve hiyerarşi çok mühimdir. Büyükler küçüklere hemen her şeyi, terbiye ve görgüyü öğretirler. Bu nesil ise sâhipsiz kalmıştı ve tamamen süper egosuzca, yontulmamış erotik ve tanatotik içgüdüleriyle her şeye, özellikle de kolay av olan köylülerin ineklerine sırf öldürmek, zarar vermek ve akabinde de eğlenmek -evet, aynen öyle- için saldırıyorlardı. Gergedanlarla da çiftleşmeye kalkıyor, tabiatıyla reddedilince de onları hunharca katlediyorlardı. Hâlâ Uganda’da -azalarak da olsa- bu trajedi sürmektedir.
Benzeri paranoid davranışlara genellikle travmaya veya hatalı yetiştirilmeye bağlı olarak balinagillerde, dost diye bildiğimiz şişe burunlu yunuslarda rastlanmaktadır. Eğer av olarak bir insana saldırırlarsa, sırf zevk için öldürünceye kadar onunla oynar, suya batırıp havalara atarak keyiflerini aldıktan sonra da boğulmasını sağlayarak katlederler!
Genetik yatkınlığı olan her türlü hayvan (ve tabii ki insan) paranoid düşünce batağına saplanabilir. Diğer hayvanlarda kişi gençken abartılmış ve disfonksiyonel eş seçimi davranışları sergilerken (kıskançlık paranoyası benzeri davranışlara üst primatlarda, ezcümle şempanzelerde) rastlanmaktadır. Homo sapiens sapiens’te ise konu çok daha sofistike bir hâl almaktadır.
Paranoid düşüncenin çekirdeği şöyle özetlenebilir: “Bana kötülük edilecek, çok dikkatli ve ihtiyatlı olmalıyım -bu tavrını etrafa belli edince, çevresi de tabiatıyla ona şüpheyle bakar-, “bak, bana şüpheli şüpheli baktı, garip hareketlerde bulundu” -onu düşünüp hâlinden dolayı endişelenen birisi gelip “neyin var? Neden böyle huzursuz ve güvensizsin” diye sorar- “bak, bu da aslında bana kötülük etmek istiyor, dost gibi görünüp sinsice ağzımdan lâf almaya çalışıyor… işte bu dâire-i fâside (ânında sözlük: kısır döngü) böyle döner, anafor gibi büyüyerek hem de!
Aynı şeyi eşinin kendisini aldattığı hususunda içine kurt düşen, işkillenen, pirelenen (ilginç Türkçe ifâdeler; semantik ve lisan evrimi açısından da çok mânidarlar) bir paranoyak için “beni aldatacak” diye başlayarak düşünün, işte karşınızda Othello Sendromu!
Paranoid düşüncenin beyinsel mekanizmalarına ve psikodinamiğine değinmeyeceğim…
Paranoya, aşırı endişe veya korkuyla karakterize, mantıksız kuruntular, takıntılar, kuşkular, akıl dışı şüpheler ve sonunda hezeyanlar silsilesiyle gelişen ciddi rahatsızlık. Kelime Kadîm Grekçe’de “παράνοια” (paranous) “delilik” anlamına geliyor; (para = dışarıda, karşıda veya komşusu; nous = akıl, aklını kaçırma), (ia = olumsuz yönde uzaklaşma) demek. Bütün paranoid sendromların nüvesinde kişinin kendisine bir şekilde kötülük, fenalık yapılacağı şeklinde mesnetsiz inancı yatar.
Meselâ günümüzde bunama anlamında kullandığımız dementia (de = kopma), (mēns = zihin), (ia = olumsuz yönde uzaklaşma) da önceleri delilik, ağır akıl hastalığı anlamında kullanılırken, günümüzde çok daha özgün bir anlam kazanmış durumda…
Artık terk edilen amentia terimi de, bugün deliryum dediğimiz tablonun karşılığı… O da Kadim Yunanca’daki āmentia (duygusuzca delilik), āmēns (salakça, ahmakça delilik), (ab = uzaklaşma) + (mēns = zihin) köklerinden gelirdi… Geri zekâlılık (oligophrenia veya hypomentia) anlamında da kullanılmış eskiden! Ortodoks (yâni sekter, aşırı tutucu) nörologlar hâlâ “akut konfüzyonel hâller” diyorlar bu tablolara.
Halk arasında, paranoya deyimi, genellikle bir şahsın, çevresindekiler hakkında aşırı şüpheciliğini tanımlamak için kullanılır. Böyle bir kişiye yapılan tavsiyeler, iyi niyetli bile olsa, o kişi tarafından kötü niyetle yapılmış olarak idrak edilir. Başkalarının kendisi hakkında komplo yaptığı kuruntusuna kapılabilir, kendilerine veya mülklerine karşı bir tehdit olduğu endişesi içine düşer. Bu düşünceler, o şahsa büyük rahatsızlık verir. Çevresindekiler de, bu durumdan rahatsız olur.
Tabii, bu terminolojik konfüzyonel hâl Üstâd Psikiyatr Emil Kraepelin’in en önemli veya yegâne belirtinin hezeyanlar olduğu ruhsal hastalıkları tanımlamak için, “paranoya” terimini, kullanmasından neş’et ediyor. Günümüzde kat’i kullanımı değişmiş, paranoya kişinin kendisine yönelik (sentripetal: benmerkezli) herhangi bir hezeyanı işaret etmek için kullanılır olmuş. Daha belirli olarak, eziyet korkusuna yol açan bir kuruntuya işaret etmek için kullanılır. Bundan dolayı, psikiyatrik kullanım değişebilir.
Yine de, son dönemlerde, kişideki hezeyanların rahatsızlık verici olması kavramı tekrar önem kazanıyor. Özellikle, iki ana nokta özerinde durulmaya başlandı:
a) Kişinin, hezeyanları sebebiyle kendisine zarar verecek davranışlarda bulunması veya bulunma tehlikesinin olması,
b) Kişinin, hezeyanları sebebiyle başkalarına zarar verecek davranışlarda bulunması veya bulunma tehlikesinin olması.
Şizofrenlerde paranoid düşünce başlarda sistemik olsa da, zamanla absürtleşir (saçmanın da saçması) ve darmadağın olur. Hezeyanlı bozukluklarda ise çok tutarlı ve sistematiktir. Böyle karizmatik şizotipal, karizmatik liderler yeni sektler, yeni dinler veya yeni inanç grupları kurmak sûretiyle büyük liderler hâline dönüşürler.
Ha, işlevsel ve soyabilitesini muhafaza eden paranoidler işe yaramazlar mı?
Tabii ki yararlar…
Çok iyi detektifler, stratejisyenler ve senaristler, edipler çıkar aralarından.
Çetrefilli ve “midenizi bulandıran” bir şeylerle karşı karşıyaysanız, “akıllı” bir paranoide danışın derim…