Kızlarımız da olmasa, olimpiyatlardan elimiz boş dönecektik neredeyse.
Gerçi Başbakan kafilemizi uğurlarken, "İlk kez bu kadar çok bayan (kadın demek istiyor) sporcu ile katılıyoruz." demişti. Yani kadınlar çok olduğuna göre madalya şansları da daha fazla mı olacaktı?
Değil.
Bir kere olimpiyat takımımızda iki kadın takımı vardı.
Biri basketbol biri de voleybol.
30 kadın sadece bu iki takımda vardı.
Ama konumuz o değil zaten.
Olimpiyatlarda kadınların daha başarılı olmasının mutlaka bir nedeni vardır değil mi?
Ben bunu daha disiplinli olmalarına bağlıyorum.
Her konuda olduğu gibi sporda da bir erkek egemenliği var.
Bir kere ülkemizde spor deyince akla gelen ilk şey, futbol.
Onun da seyirci tarafı ilgilendiriyor bizi.
Yani daha iyi top oynamak, teknik geliştirmek, futbolu daha estetik hale getirmek değil derdimiz.
Varsa yoksa tuttuğumuz takım, onun yaptığı transferler, attığı goller.
K*çına don alacak parası olmayan gariban falanca futbolcu için verilen bilmem kaç milyon dolarlık transfer ücretine bile dudak kıvırır "az be abi" der, ki çelişkiye bakar mısınız?
Olimpiyatlar söz konusu olduğunda akla erkekler geliyor tabii. Sporu erkek yapar ya.
Eskiden bir güreşimiz vardı.
Büyüklerimizin, hatta dedelerimizin diyeyim artık, anlata anlata bitiremediği bir 1948 olimpiyatları vardır. Güreşte herkesi yerle bir ettiğimiz olimpiyatlar. Yaşar Doğu'lar falan.
Geçti o günler.
Artık güreşte de o kadar başarılı değiliz.
Neden biliyor musunuz? Bizde güreş, yağlı güreş tekniklerine dayanır.
Yağlı güreş, aslında askeri bir eğitimdir.
Neden yağlı güreş peki?
Çünkü, yağ kayar. Her tarafınız yağ olduğunda, bırakın rakibinizi tutup devirmeyi ayaklarınız kaydığı için yerinizde bile duramazsınız.
Eskiden Osmanlı'da Yeniçeri askerlerini eğitmek için yağlı güreş yapılırmış.
Ama Kırkpınar'daki gibi yeşil alanda değil, hamamda.
Evet hamamda.
Göbek taşını düşünün. Eğitim alanının ortasına koca bir göbek taşı konurmuş. Üzerine bol zeytinyağı dökülürmüş. Askerlerin üzerine de zeytinyağı boca edildikten sonra, bu göbek taşının üzerine çıkarılırlarmış.
Düşünün şimdi, altınız mermer ve vıcık vıcık yağ. Üstünüz başınız da yağ içinde.
İşte buna rağmen ayakta durabiliyor ve rakibinizi alt edebiliyorsanız sınavı geçebilirmişsiniz.
Eskiden anlatılan Yeniçeri öykülerindeki kahramanlıkların nereye dayandığı anlaşılıyor değil mi?
Neyse uzatmayalım, biz güreşte bu nedenle başarılıydık.
Teknik, yağlı güreş gibi olunca kim daha güçlü ise kazanıyordu.
Sonra Avrupalılar uyandı. Dediler ki "Yahu bu güreş çok yavaş yapılıyor. Birbirlerine yapışıyorlar ayrılmıyorlar ne seyir zevki var ne de keyfi.”
Bunun üzerine, güreş karşılaşmalarını 3 dakikalık 3 raunda indirdiler. Üsteli yapışıp kalmak yok, biraz oyalanırsan puanın gidiyor.
Bizim güreşteki başarımız da bu yeni tekniklerin kabul edilmesiyle sona erdi.
Kolay değil ki, yağlı güreşe alışmış adamın tekvando yaparcasına pire gibi bir oradan bir oraya uçması.
Sonuç, hezimet.
Atletizm ise, bizde neredeyse hiç yok gibi.
Gerçi bazı statlarımızda, tartan denilen koşu pistleri vardır ama bir türlü atlet yetiştiremeyiz.
Atletizm, sporların anası...
En çok çalışmanın, sebat etmenin gerektiği spor dalı.
Hem güçlü olacaksınız, hem yetenekli hem de teknikleri bileceksiniz.
Bizde öyle mi? "Koş, yavrum." Aferin.
İstanbul Erkek Lisesi'ndeyken ortaokul sıralarında koşmaya merak sarmıştım. Kros koşardık. Yani kırda serbest koşu.
Yarışlara gidiyoruz ama kimse bize koşmakla ilgili bir şey anlatmıyor ki.
"Hmmm…" derdi beden eğitimi hocamız, "Bu çocuk güzel koşuyor. Haydi yarışa!"
İnanmayacaksınız ama hem koşuyorum hem de sigara içiyorum o tarihlerde.
Yarış bitmiş, kan ter içindeyim, tabii son sıralardayım, yere çökmüşüm elimde sigara.
Sadece bir kere biraz büyük bir koşucu ağabeyimiz "Yahu bari terliyken içmeyin" demişti uyarı olarak.
Biz o sıralar bilmiyoruz ki sigara içersek ciğerlerimiz dolacak da nefesimiz yetmeyecek.
Tam tersine ciğerlerimizin ne kadar iyi olduğunu göstermek için sigarayı en derine çekerek güya hava atıyoruz başka arkadaşlarımıza.
Neyin ne olduğunu öğrendiğimde iş işten geçmişti, ne çare.
Gelelim yine kızlara.
Son yıllarda bazı spor dallarında kızların çok olduğunu görüyoruz.
Voleybol örneğin. Sonra basketbol.
Bu da tamamen bazı klüplerin futbol dışındaki sporlara ve kızlara eğilmesinden kaynaklandı.
Voleybol ve basketbol salon sporu, kapalı salonda çalışıyor ve oynuyorsunuz.
Şimdilerde spor salonlarının teknik altyapıları da güzel. En azından duşları var ve suları akıyor.
Kızlar buralarda daha rahat çalışabiliyor.
Kızların özelliği, üzerlerine aldıkları işi daha ciddi yapmaları. Erkekler gibi akılları başka yere gitmiyor pek. Sevdiklerinde de kendilerini tamamen ona veriyorlar.
Sonuç: Son yıllarda, bazı spor branşlarında çok önemli başarılar kazandık.
Olimpiyatlarda başarı, sporun her zaman gelişmesine neden olmuştur.
Şimdi inanıyorum ki voleybol, basketbol ve atletizmde çok daha fazla kadın sporcu çıkaracaktır ortaya.
Çünkü başarı ilgiyi, ilgi azmi, azim de zaferi getirir.
Olimpiyatlarda yüzümüzü ağırtan tüm sporcularımızı tekrar kutlamak istiyorum.