Mutsuzluk, mutluluğun anne karnındaki halidir.
Sessizlik gürültü arifesi…
Yalnızlık aşkın avlusudur.
Karanlık, ışığın yumurta kabuğu…
Başarısızlıklarınız pas verince atacaksınız hayatınızın golünü, hatalarınız kadar sağlam bir pusula olmadığını göreceksiniz doğruya ulaşınca, arızalarınızı sevebileceksiniz sizi daha düzgün bir insan yaptığında, her şerden bir hayır doğacak, gün doğmadan neler doğacak görün bakın…
Görün bakın en çaresiz anınız, en yaratıcı halinizdir. Hiçbir zaman, sabrınızın denendiği o anki kadar sabırlı olamazsınız. Dinlenmek, yorgun olduğunuzdaki kadar kıymetli değildir. Uykusuz bir gecenin ardından birkaç dakika kestirmek, saatlere bedeldir bilirsiniz.
Trambolinlerle bezenmiştir yolumuz, ne kadar aşağıyı görmüşsek o kadar yukarıya sıçrayacağız.
Biz kendi zehrimizden panzehir yapacağız.
Size yalan söylemiyorum, duygularınıza hormon pompalamıyorum, gerçeği çarpıtmıyorum, maniple etmiyorum. Yıkık dökük duvarlarınızı pembeye boyamak gibi bir niyetim de yok. Hatta size bilimsel bir kanıtını bile sunabilirim söylediklerimin…
Yemin bile edebilirim.
Hani düşünün ki, pes etmişsiniz, vazgeçmişsiniz, iki seksen olduğunuz yere devrilmişsiniz; gelip de elini alnınıza koyup, dünyanın en harika teselli sözcüğünü söyleyen insanlar vardır ya… Derler ki, “geçecek…” Nasıl olduğunu bilmezler, nasıl iyileşeceğini her şeyin… Ama bir ağız dolusu çıkar o küçücük sözcük… Bu vaat bile değildir. Neredeyse mistik gelir… Mucize olması gerekir… Ama geçecektir…
Dedim ya, size kanıt bile gösterebilirim…
Dallar çıplak, gökyüzü gri, rüzgâr etinizi kesiyor… Çamur deryası bütün dünya… Deniz hırçın, yağmur aksi… Toprak boz, çırılçıplak… Karanlık aceleci, erkenden yutuyor bütün yarım küreyi… Bütün sandalyeler terk edilmiş balkonlarda. Balıklar ölmek için hazır, çok lezzetli, çok gelişkinler artık. Ancak kalın kabuklarında şekerlenebiliyor meyveler… Katmer katmer kumaşlara sakladığımız etimiz korkuyor çıplaklığından. Hiç durmayacakmış, bir sonu olmayacakmış gibi soğuk erken sabahlar. Ellerimizin derisi kavlamış, dudaklarımız pancar kesmiş, burnumuzun ucunda kızıl bir serinlik… Ağzımız gülümsemek için çok üşüyor, bir yorganın altından daha güzeli var mı sanki?
Geçecek…
O güneş açacak arkadaş! O dal yeşerecek… Deniz durulacak… Yağmurlar can vermeye yağacak yemin ederim. Dalından yiyeceğiz eriği, kollarımız pekmez rengi, yorganlar fora olacak… Cebinde beş kuruş olmadığı sabahlar, o kuşlar öyle şakıyacak ki milyonlara değişmeyeceksin, bu güzellik nasıl belirdi diyeceksin. O kış nasıl bitmiş, o bahar nasıl cemre cemre inmiş inanamayacaksın.
Doğa dirilecek, tomurcuk çatlayacak, buzlar eriyecek…
Geçecek…
Her kışın ölümü bahardır.
Kışı öldüren bahar gibi, yaşama sevincin o kederleri nasıl alt edecek göreceksin…
Göreceksin… Geçecek…
Elimi alnından çekmeden hem de.