Evet. Genç kızlığa adım atmıştı meleğim.
Yüreğimde saklı tuttuğum endişelerimden biri daha yok olmuştu.
Kızımı her ne kadar bilinçlendirmeye çabalasam da, onu bazı durumlara hazırlamaya çalışsam da garip, tarifi imkânsız bir endişeyi saklı tutuyordum yüreğimde her zaman. Bu durum kızıma güvenmeme hali değildi.
Zorlukları birer birer aşarken, kızımın başaracağına inancım hiç azalmamıştı. Zor oluyordu belki ama oluyordu işte.
Yüzlerce kez denediğim, ama başaramadığım zamanlarda elbette sızlandığım, ağladığım da oluyordu. Bu zamanlarda eşimden beklediğim desteği bulamamak ayrı acıtıyordu içimi. Zamanında” kabul et, bu çocuk konuşamaz, yürüyemez diyen eşim, geçen sürelerde kızımın pek çok şeyi başardığını görse bile ilk başta koyduğu tavrı değiştiremiyordu. Kızıma sevgiden başka bir şey veremiyordu ama ben bununla yetinmeyi de öğrenmiştim. Bu da bir kârdı benim için. Down sendromu olduğunu öğrendiği andan itibaren hiç sevmeyip tamamen dışlasaydı ne yapardım bilmiyorum. Beni korkutan, bilinmeyenlerdi.
Hayatımın her döneminde belirsizlikten nefret etmişimdir.Bilinmeyenler, belirsizlik durumları, cevapsız “acaba”lar beni acayip huzursuz eder.
Her ne kadar araştırmaya, öğrenmeye gayret etsem de hep bir bilinmeyen vardı. Araştırmalarımdan vardığım sonuç, bu tür çocukların genellemelere tabi tutulmasıydı.Genellikle şu kadar yaşarlar, genellikle geri zekâlıdırlar, genellikle ümmin sistemleri çok zayıf olur, genellikle yaşıtlarından geç gelişirler, kalp problemleri vardır, genellikle, genellikle, genellikle…
Öyle bir an geliyor ki itiraz ediyorsun her şeye. İtiraz etsen neye yarıyor? Hoş, kime, neye itiraz edeceksin, kim derdine derman olacak?
Sen doktorlardan çok mu bileceksin? Binlerce çocuk incelenmiş, belli kriterler oluşmuş. Üç aşağı beş yukarı hepsi birbirine benzer çocuklar ve geri zekâlılar. Öyle yaratılmışlar, durum değiştirilemez. Bunları ben demiyorum. Bana söylenenleri naklediyorum size. İçimde tüm bu sözlere karşı avaz avaz bağırıp karşı çıkma hissi oluşuyor.
Olayın belki de en acı, en incitici tarafı bizim yakınımızdakilerin bile bazı durumları kabul etmemeleri oluyor. Anlatsanız da fayda etmiyor.
Çocuğunuzun oluşumu gereği yapamadığı her ne ise, bu sanki bir suç gibi algılanıyor. Yanlışına kızılıyor. Düşünüp, akıl süzgecinden geçiremeden söylediği her söz garipseniyor, bazen ayıplanıyor.
Oysa onlardan derin ve detaylı düşünüp, konuşmasını beklemek çok anlamsız. Normal insanlar dahi pek çok zaman doğru düşünüp, doğru hareket etmezken, yaradılışında, genetiğinde farklılık olan bir insandan bunu yapmasını beklemeye ne ad verilir? Anlayamıyorlar, dahası kabul edemiyorlar.
Görünüşte seviyorlar, ilgileniyormuş gibi davranıyorlar ama en ufak problemde bir anda değişiyorlar. Sahte sevgiler, sahte davranışlar sergileyenler de oluyor.Bazen acıyan gözlerle bakanlar oluyor. Sanki çocuklarımız hilkat garibesi imiş gibi.Bazen de vebalı imişler gibi çocuklarını kaçırmaya çalışanlar oluyor.Sanki çocuklarımız diğer çocukları yemeye, yutmaya hazır canavarlarmış gibi davrananlar da oluyor.
Bazıları sizi anlıyor gibi görünüyor. Sizin için üzülüyor, derdinizi paylaşıyor hissi veriyor.Dahası sizin için, çocuklarınız için bir şeyler yapıyor gibi görünüyor. Ama bir bakıyorsunuz görüntüyle gerçek aynı değil. Sahte yaklaşımların, sahte iyiliklerin ardına saklanmış bir çıkar dünyasını, hatta rant kavgasını görüyorsunuz. İçimden böyle insanlara avaz avaz bağırmak, çirkinliklerini yüzlerine vurma hissi kabarıyor.
Çocuklarımızın 47 kromozomlu olmalarından ötürü fiziksel yapılarında diğer insanlardan ayrılan, ama birbirlerine benzeyen görüntüleri olabilir. Zeka derecelerinin normal insanlar kadar olmamasına karşın, hiç gelişemeyecekleri düşünülemez.
Zekâ değişebilir, gelişebilir bir şey. Elbette matematikte normal insanlar gibi başarılı olamayabilirler, bazıları konuşma zorlukları yaşayabilir ama bu oldukları yerde sayacaklar anlamına gelmiyor.
Sosyal zekâları umulanın üzerinde gelişebiliyor. Hep güler yüzlü, hep sevecen olmaları onların en belirgin özelliği. Biz onlara boşuna mı “Melek” diyoruz? Normal insanlardan ayrıldıkları en önemli ve en güzel özellikleri kalplerinde kin, nefret, garez, haset gibi kötü duyguların asla olmaması.
İster inançlı olun, ister inançsız. Onlar Yaradan’ın dünyamıza hediye ettiği gözle görülebilen meleklerdir. Kendimizi kandırdığımızı düşünebilirsiniz. Hayır, kendimizi kandırmıyoruz. “Bebeğiniz down sendromlu ya da zihinsel engelli” sözlerini duyan her anne aynı acıyı, üzüntüyü, hayal kırıklığını, korkuyu, çaresizliği, isyanı velhasıl insana has her türlü duyguyu bir anda yaşıyor. Bilinmez, baş edilemez, değiştirilemez bir durumla karşı karşıya kaldığınızda kendinizi umutsuz, çaresiz, güçsüz ve belki de yenilmiş hissettiğiniz olmadı mı?
Mutlaka böyle anlar olmuştur yaşadığınız zaman diliminde. Ama bir şekilde o anı, o olayı ya da sizi o hale getiren durumu bir şekilde aşmış ve yolunuza devam etmişsinizdir. Ama asla unutmazsınız. İçinizde bir yerlerde o kırıklığı saklarsınız ve aklınıza geldiğinde üzülürsünüz ama neticede her şey gerilerde kalmıştır. Oysa bebeğini kucağına alan, herkese ve her şeye rağmen büyütmeye uğraşan bir anne için gerilerde kalan hiç bir şey yoktur. Aksine, önünde aşılması gereken engeller dağ gibidir. O engeller öyle ya da böyle birer birer aşılırken, size yüklenen misyonu fark ediyorsunuz. Çocuğunuz büyürken yaşadıklarınız, gözlemleriniz elinizdeki malzemenin bilinenden farklı olduğunu fark etmenizi sağlıyor.
Özetle çocuklarımızın birer melek olduğunu doğdukları anda fark etmiyoruz. Yaşadıkça öğreniyoruz. Onların her geçen gün gelişmesi, başaramaz denilenleri başarması bizi inanılmaz mutlu ediyor. Oysa hayatı normal akışında yaşayan, belki de o hayata tek pencereden bakmaya alışık
olanların “Melek” evlerinde yaşananlardan bihaber olmalarından dolayı anlamaları, algılamaları, kabullenmeleri ve benimsemeleri hiç de kolay olmuyor. Ve her nedense bu tür insanları anlamak, öğrenmeleri için gayret etmek, sabretmek, anlayışlı davranmak, tahammül sınırları içinde kalmayı bilmek, isyan etmemek ama içinden kendini yiyip bitirmek de yine bize yükleniyor.
İçime avaz avaz bağırma arzusu doluyor.
Yapabildiğimse, sadece yazmak…