Babamın Figen'le resmi nikahının olmadığını, Gülten teyzeyle konuşurken duymuştum. Resmi nikah olursa ölen eşinden maaş alamıyormuş, babamında işine gelmiş tabii. Mahalleliyi susturmak için kendi aralarında küçük bir anlaşma yapmışlardı.Yasal yollardan sevişmenin de bir bedeli vardı elbet. Figenin bir kızı olduğunu çok sonraları öğrendim, eşi ölünce sahip çıkamamış çocuğa, 15 inde evden kaçmış Vehbi amcamın anlattığına göre, yedi sene olmuş. Babamla evlenmeden 3 sene önce yani, ilk günler polise falan gitmiş hergün, hastane kayıtlarını kontrol etmiş falan ama bir süre sonra ümidi kesmiş.
Figen ablayla aramızdaki garip çekim şeytanın bana yaptığı en sağlam blöflerden birine dönüşürken, liseden takıldığım Burcuyla da düzenli bir mesaj ilişkimiz vardı. 17 yaşını bitirmiş bir genç olarak hala bir baltaya sap olma belirtisi göstermediğim günlerde Burcuyla pastanenin üstündeki kolonun hemen arkasında ki köşe masada acemice girişilen öpüşme denemelerimiz dışındaki en büyük sosyal aktivitemiz 3 liraya Muzonun kahvesinde izlenen lig maçlarıydı. Haftasonları tesisatçı İbrahim abiyle yevmiye hesabı anlaşmıştık. Suadiye tarafındaki apartmanların tesisat ve tadilat işlerinin
çoğunu o yapardı. Zamanında dükkanı varmış ama dediğine göre onların devri çok hızlı olduğu için dükkanı kapatmış. Kumarda 2 daire bir araba yemiş babamın yine dediğine göre. Şimdi takım çantasını 98 model Şahine koyup lüks dairelerin kazan dairelerinde kir pas içindeki su pompalarını ve yaşlanmış tesisat borularını tamir ediyor, bende ona yardım ediyordum.
Babamın boya badana yaparken giydiği kot pantolonla tişörtü giyiyor, ilklerde insanların bize bakışlarına aldırıyordum ama sonra alıştım, takım
elbise giyen bir banka görevlisi nasıl yadırganmıyor ve utanmıyorsa bende utanmıyordum. Liseyi son sınıfta terk ettim, bu ilişkiyi daha fazla yüretemeyeceğim konusunda okul müdürü namı diğer Tatar Ramazan ve babam anlaşmıştı.
2 sene su gibi geçti, ne olup bittiğini anlamadan acemi birliğine teslim olmak üzere bir yolcu otobüsünde buldum kendimi. Arkadaşlarım, akrabalarım, tanıdık tanımadık herkes otogardaydı. Annem öleceğini bilse üzülüp de oturup ağlamazdı,'' Allah ne yazdıysa o olur '' der geçerdi, ama babam bana sarılıp sanki elleriyle tutmak ister gibi göz kapaklarıyla akan gözyaşlarını durdurmak isterken ağlamak istiyordu adam gibi, belki bütün acılarını oğlunun askere gidişine heba etmek istiyordu. Belki de gerçekten seviyordu beni ya da her baba gibi eseriyle övünme biçimiydi işte, bazen baba ile oğul arasında böyle uçurumların olmasını anlıyordum.
Yalnız kalınca bana acı çektiren ne varsa kim varsa kendi tarihimden silmek istiyordum. Gel gör ki evlat bu atılmaz, baba bu satılmaz. Karşılıklı çekmemiz gereken acıyı o gece Samandıra otogarında çekmiştik. Rahmetli büyükbabam ağlamış mıydı babam askere giderken ? Belki de babam ağlamasını istemişti, ne bileyim ben zamanın siyasi şartları neye el veriyordu,ya da ekonomi ne derece düzgündü. Bunların hepsi önemli faktörler insan sevdiklerine veda ederken bile.
Figen elini öpmeme izin vermedi, sarıldık. Kokusu hala burnumda. Kokusunu hatırımdan çıkarmadığım daha doğrusu çıkaramadığım için bilime de Tanrıya da lanet ediyordum.
18 ay,bir buçuk sene, bir buçuk yaşında ki bir bebeğin hayatı kadar bir zamanı hayatım boyunca bir daha görmek istemeyeceğim insanlarla geçirip, zamanla istemeden onlara alışmakla geçirdim. Herkes kadar suskundum döndüğümde. Figen daha bir güzel, mahalle daha bi sakin gelmeye başladı gözüme...
Zaten top oynadığımız boş arazilere çoktan kat karşılığı apartmanlar dikilmeye başlamıştı. Herkes yaşlanmaya başlamıştı, askerdeyken adece benim için geçiyor sanırdım zaman. Günleri, saatleri, saniyeleri sayan bir bendim sanki, öyle değilmiş gelince öğrendim. Herkes yaşlanmış, herşey eskimişti. Figenin göğüsleri de hafiften sarkmaya başlamıştı. Benimde askerde hergün mecburi jilete vurulan sakallarım iyiden iyiye çıkmaya başlamıştı.
Bir akşam Samet babasından arabayı kaçırdı, atlayıp Şile yolundaki pavyona gittik. İlk orda gördüm Zarifeyi, midemi yumruklayan bir gülüşü vardı. Misket oynayan berduşların ve çaresiz insanların arasında, tüm o renkli pavyon ışıkların ve yere savrulan ucuz peçetelerin dışındaydı sanki... Yyürüyüşü, saçını savuruşu, kalçalarının bir sağa bir sola ilahi bir dengeyle sallanışı...Herşeyiyle bana ''Ve Tanrı kadını yarattı '' dedirtiyordu.
Zarifeyi gördükten sonra benim standartlarımda birinin başka birine aşık olmasına ihtimal yoktu. Sıradan bir sarhoşun masasına meze olmasını hazmedemezdim, evimin kadını çocuklarımın anası yapabilirdim onu sonra türk filmlerinin eskisi kadar izlenmediği geldi aklıma.
Masamıza gelip masadaki herkese şehvetle ve görünmeyen bir nefretle bakışını izledim. Belinden tutup çekip çıkarasım geldi o berduş kokan pavyondan...yapamadım.
Eve dönünce farkettim ki, hayatımın son aşkını -belki de ilk kim bilir- o pavyonda bırakıp gelmişim...Ne kadar pişman olsam da, o bir pavyon gülü, bense bir serseriydim Tanrının gözünde. Allah günah yazmasın o gece benim olması için, olmayan trilyonlarımı dökerdim önüne.
Gel zaman git zaman daha da alıştım onun yüzünü görmeye,her gece başka bir masada ciğeri beş para etmez adamları eğlendirmesine. Bana bakıp gülerdi bazen,bense sahte bir kabadayı gibi rakı kadehimi ona kaldırırdım...