Yok hayır, konumuz "hayat kadınları" değil. Aslında evet onlar, ancak aslında hayır onlar değil; yani sizin bildiğiniz "hayat kadınları" değil. Benim bildiğim, "bizim" bildiğimiz tarz kadınlar, hatta bana göre acımasız da olsa "satılık kadınlar."
Küçüklüğümden beri bir şeyi bilirim ve o şey benim hayat sloganımdır; "sana senden başkası lazım değil, hiç kimseye asla muhtaç olma!" Her zaman kendi isteklerime kendi gücümle, inancımla, çabamla ve tutkumla ulaşmışımdır. Ne baba parası yedim ne birilerini alet edip kendime rahat bir hayat seçtim. Hani baba Sabancı olsaydı baba parası yemez miydim? Yerdim tabii, o ayrı, ancak şartlar ne olursa olsun "satılık" olmazdım.
Kadınların, özellikle 20. yüzyılda "ekonomik özgürlükten" ziyade "zihnî ve fikrî özgürlüğe" sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Zaten her şey "beyin açılımından" sonra oluşuyor. Diğer tüm özgürlükler bu açılıma bağlı oluyor.
Ancak bazi zihnî kısıtlılar, fikrî özgürlüklerini partnerlerinin cüzdanlarından çıkan sunni özgürlüklerle karıştırıyorlar sanırım?
Aşklar satılık, bedenler kiralık, ruhlar ise çoktan ceset olmuş. Ne hikmetse "duygu" denilen kelime lugatlardan kaybolmuş. İlişki dediğimiz iki kişilik puzzle ise "sahibinden devre mülk"e nail olmuş. Sonra da "tükaka kadının" ismi "o***pu" olmuş.
Merak ediyorum sanki, acaba hangisinin ismi daha gerçekçi?
Konumuz "hayat kadınları" değil!
Aslında onlar, ama Karaköy’de, Beyoğlu’nda bırakılan namuslar değil, bazı erkeklerin yatak odalarında "jipli, villalı, yurt dışı seyahatli, LV çantalı, Louboutin ayakkabılı kariyerlere" imza atan "satılık kadınlar."
Hani şu "kadınım" diye etrafta dolanan, en olağanüstü erkeklere sahip olan ve SADECE onlar sayesinde hayatlarına yön veren, sonra da ortalıkta "kişiliğim" var diye dolanan boş askılar.
Evet, bazı insanlar parayla her şeyin satın alınabileceğini iddia ederler. Bazı insanlar ise bu iddiayı doğrularlar.
Ve evet, fiyatı olan herkes satılıktır gerçekten; ancak fiyatı olmayanın değeri vardır.