Dürtme içimdeki narı
Üstümde beyaz gömlek var.
Birhan Keskin.
***
Bazen bilmeden- istemeden sevdiğimiz kişinin “nar”ını dürtebiliriz. O karşımızda öylece dururken beyaz gömleği lekelenebilir ve biz kimi durumlarda bunun her saniyesine şahit olabiliriz.
Sakınmasızca tüm yaraları görünebilir ruhunun.
Hiç ummadığımız paragraflarla karşılaşabiliriz çevirmediğimiz sayfalarında.
Öyle zamanlarda sözünüze mi güvenirsiniz, özünüze mi sığınırsınız, dibinize mi çökersiniz yoksa “Boşver, herkesin bir derdi var, herkes aşağı yukarı aynı şeyleri yaşıyor” ve benzeri hafif sözlerle ağırlığı kaldırmak için durumu hafifletmek mi olur gayretiniz? Teselli için söylendiği aşikar olduğu ölçüde hafifliğince ağır olan bu sözlerle…
Teselli etmek midir yapmak istediğiniz tam olarak o anda yoksa içinizde, çok derinlerde bir yerde bir ferahlama duygusu mudur yaşadığınız? Belki de ince bir sızı gibi O’nun da yaralanmış olduğunun idrakı… İşte, O da kusursuz değilmiş diye düşündürten… Sanki kusurlar, kusursuzluğu zedeleyen unsurlarmış gibi. Kusurlar olmadan kusursuzluk olabilirmiş gibi… Bazı kavramların var olabilmesi için bileşenlerinin yokluğunun aranması durumu…“Galat-ı meşhur” yani bir yanlışın doğru gibi kullanımı olmasın sakın bu… Kusurların yoksunluğu durumuna kusursuzluk diyoruz. Kusursuzluğun, kusurlardan yoksul bir kavram olduğunu düşünmüyoruz. Kusursuzluğun bileşenlerinin kusurlar olduğunu unutuyoruz. Bileşenlerinin tam zıddı bir gerçeklik bekliyoruz idealize ettiğimiz kavramlardan. Her birine anlamını aşan anlamlar yüklüyoruz.
Her ideal ve her idealize edilmiş durum, olay, kişi kendisine yüklenilmiş olan ve kendi anlamını aşan bir anlam taşır sırtında. Yükü çökmüştür omuzlarına, sırtından düştü düşecek. Belini doğrultamaz, gerçekleşemez. Belki de kusurların olmaması değildir kusursuzluk hali. Belki de olumsuz kabul edilen bileşenlerinin uyumlu hemhallikleridir aranılan idealize kavramı yaratan. İdealize durumları yaratan olumsuz anlamlar atfettiğimiz bileşenlerinin yokluğu değil, o bileşenlerin kendi içlerinde yakaladıkları uyumun sunduğu bir durumdur belki de… Olumsuzlar da tüme ulaşabilirse olumlu bir bütün yaratabilirler…
Halil Cibran’ın Nar isimli kısa eserinde narın ortasına yerleşmiş bir çekirdeğin ayvanın ortasına yerleşmeye karar verişi yani ayvaya taşınması anlatılır. Nar çekirdekleri başka bir deyişle nar taneleri o denli çok konuşurlar ki ortada yerleşik çekirdek bunalır ve ayvanın ortasına taşınmaya karar verir çünkü orada hem çok az sayıda çekirdek vardır hem de suskundur tüm çekirdekler.
Kendi narımız da böyle işte. İyi, kötü, korkak, cesur pek çok çekirdeği var. Hangisinin sesi daha çok çıkıyorsa onun sesi bizim sözümüz oluyor. Çevremizin bizi algılaması da büyük ölçüde sözlerimiz ve sözlerimizle aynı doğrultuda olmadığı takdirde kafa karıştıran davranışlarımızla gerçekleşiyor. İstemiyoruz dürtmek narımızı, hapsetmek istiyoruz kırgınlıklarımızı, taşkınlıklarımızı, hatalarımızı içine. Lekelensin istemiyoruz “gömleğimiz”. “Kirlenmek” istemiyoruz özellikle de kimselerin gözü önünde.
Sevdiğim birinin narını dürttüysem eğer yanlışlıkla sözlerim kifayetsiz kalır, ses vermem onlara. Teselli sözleri acıklı seslenişler taşır bana göre. Teselliler sesimi taşısın istemem. Kendi narımı da dürterim usulca. Hiçbir şey yapmıyormuşçasına… Ben de beyaz gömleğimin lekelenmesine izin veririm. Bir anlamda kendimi kendimle kirletirim değer verdiğim insanın gözü önünde. Karşılıklı kalırız öylece lekeli gömleklerimizle. Sevmek bir yönüyle, kendini kendinle “kirletebilmektir”. Sevdiğinin karşısında bembeyaz gömlek üzerindeki lekeler gibi kalabilmektir.