Bir süredir, İstanbul’a gitme planları kuruyorum. Eğer bir aksilik olmazsa bir iki hafta içinde yollara düşeceğim. Oğlum, henüz aklı ermese bile Şehr-i İstanbul’un suyundan içip (lafın gelişi olsa bile içim hafiften çalkalandı), havasını soluyacak. Dahası anneannesi, süt annesi-süt kardeşi, sevdikler, yakınlar, eş dost akraba derken aşırı doz sevgi alımıyla kafası güzel gezecek İnşallah. –Yani şimdilik hazırlıklar, düşler, istekler bu yönde…
Fakat beni tedirgin eden birkaç husus var. Şimdi kendinizi benim yerime koyarak, (ya da en yakınınızdaki bebekli kadının yerine koyarak okumaya çalışın lütfen…)
Ben oğlumla daha önce hiç yalnız yolculuğa çıkmadım. Gittiğim yerlerde hiç gecelemedim. Sonra benim tek yardımcım ve desteğim kocamdır. Sabaha karşı uyuyabildiğim bir iki saatlik uykuyu onun idare edişlerine borçluyum. Bütün gün fitilimi ateşleyen de bu uykudur. Onsuz nasıl yapacağım, bunu hiç bilmiyorum.
Sonra, altı ayı doldurduktan sonra yola çıkacağız kısmetse... Yani oğlum artık anne sütünden başka şeylerle de besleniyor olacak. Bu ciddi bir alışma süreci demektir. Başka yerlerde bunu sağlayabilecek miyim? Onu iyi besleyebilecek miyim? Onu rahatça yıkayabilecek miyim? Uyku düzenini oturtabilecek miyim? Rahatını, keyfini, sağlığını tesis edebilecek miyim?
Bir de bu işin uçağa gitme faslı var. Bavullar, bebek arabası derken… Bir yandan da Rüzgar Ali kucağımda idare edebilecek miyim? Yüklerimi taşıyabilecek miyim? Yerime yerleşebilecek miyim? Onu kulağa kesik misali acı veren basınçtan koruyabilecek miyim? Altını pisletirse değiştirebilecek miyim? Fiziksel olarak bu mümkün olacak mı?
Velev ki ben yukarıda yazdığım bütün güçlükleri göze aldım.
Velev ki 6 aylık zorlu bir ev yaşantısından sonra çıkacağım bu yolculukta “bir dirhem nefes alırım belki” düşüncesini takip ettim.
Velev ki o yükleri taşıdım,
Velev ki, oğlumu uçakta emzirerek basınçtan korudum.
Velev ki, totomdan terler damlaya damlaya bu yolculuğa kalkıştım ve başardım.
Size yemin ederim bunlardan korkmuyorum. Her şeyin bir hal çaresi bulunur. Uykusuzluğun da, yorgunluğun da, beslenmenin ve yıkanmanın da, alışkanlıkların da… Ama o uçakta, havaalanında, otobüste, kabinde yerlerine kurulup ters ters bakan, sabırsız, tahammülsüz, soğuk kalpli cıkcıkçılar var ya. Hah onlardan korkuyorum.
Hayatına sanki yirmi yaşından itibaren başlamış gibi davranan insanlardan korkuyorum.
Bebeğimin o masumiyetine, basınç karşısında ne yapacağını bilemezse ve ağlarsa yaşayacağı o çaresizliğine bile katı ve sevimsizce bakıp, homurdanarak davranacak olanlardan korkuyorum.
Onlar bana tahammül edemeyecekler ya hani… Ben de onlara tahammül edemezsem ve çıngar çıkartırsam diye korkuyorum.
Emzirmeye kalkıştığımda, göğsüme şaşkınca ve “o da ne öyle?” der gibi bakacak olanlardan,
Yardımcı olmak ya da anlayış göstermek yerine zaten zor olan bir süreci ben ve bebeğim için iki kat zorlaştıracak olanlardan,
Elimden geleni yapacak olmama rağmen, bu çabamı görmezden gelerek benden sihirbazlık ve fiziküstü davranışlar bekleyenlerden korkuyorum.
Beni yolculuk değil, sağa sola serpiştirilmiş cıkcıklama ekibi üyeleri yoruyor şimdiden.
Onlardan kurtulmanın bir yolu, korkunun da ecele faydası yok değil mi? Peki bizler bu konuda ne yapabiliriz?
Empati. Hakkaniyetli bir empati.
Çocuğu olan bir kadın pekala seyahat edebilmeli, etrafı için gösterdiği çabaya rağmen bebeğinin yaşadığı sıkıntıya odaklanmalı ilk önce. Çevredeki “yetişkinleri” de nasıl sakin tutacağını düşünmemeli.
Bu bir temenni mi? Hem de kocaman bir temenni… Zira –dediğim gibi- korkuyorum!