Telefonda ki ses ilk defa çok tedirgin ve çok titrekti. Kahrolası telefonun şebekesi ise sürekli gidip geliyordu. Metronun içinde bir sonraki durak için gelen anons, son dediğini tam olarak anlamamasını sağladı ki hat kesildi.
'Seni seviyorum' diye başlamıştı oysa bu görüşme. Gri tren kapısının önünde duraklatmıştı bir an. Kala kalmıştı. Beklenmedik bir an da, beklenmedik bir itiraftı bu. Gerisinde ise itirafın verdiği eziklik, umudun verdiği gayret ile sözlerini toparlama çabası.
Sarhoşken genelde sevgili, tatlı şeyler ağzından kaçırır, ertesi gün olduğunda hatırlayıp hatırlamamak arasında gelip giderdi. Tuhaf bakışları da bundan dolayı olmalıydı.
Ama bu sefer sarhoş değildi. Gündüz içmezdi çünkü. İşine önem veren, prensipleri olan bir kişilikti.
Yalnız son zamanlarda bir garipti. Gözlerine daha uzun süre bakıyor, saçlarına daha fazla yaklaşıyordu. Bazen, sanki yüzünü ve saçlarını süzerek ona dokunuyordu.
Rüzgarlı bir sonbahar gününde tanışmışlardı. Tesadüftü. Her tesadüfte olduğu gibi burada da bir hile vardı.
Aslında hayatı boyunca bulmayı beklediği tarzda bir erkekti, yalnız hayatını yanlış seçimlerle zaten tüketmişti.
“Ne istediğini bilmek değil de, bazen ne istemediğini bilmek” daha kolay diye aklından geçirdi.
“Seni seviyorum” demişti telefondaki ses. Hiç bu kadar öfkeyle sevinci, mutlulukla huzursuzluğu aynı anda yaşamamıştı. Yüzü kırmızılaşmaya, elleri terlemeye, kalbi hızını kesmeye başlamıştı.
Hat kesildi.
Son durakta allak bullak olmuş bir bünye ile zorlanarak indi. İki adım ilerledi ve treni gözetim altına alabilecek şekilde bir banka oturdu.
Telefonunu eline aldı ve dakikalarca gözlerini ayırmadı. Arasa tekrar ne yapardı bilemedi ki zaten aramadı.
Bazen öyle anlar oluyordu ki, o anlar, sadece o anlar, tüm hayatını baştan aşağı değiştirebiliyordu.
Korktu birden.
Hayatı yeterince zorluklar içerisinde kavrulmuştu. Yine yeni bir ters dönüşü yaşamak istemezdi.
Ancak o ses... “Seni seviyorum” demişti.