Toplumun çocuk sahibi olma bilinci, anne ve babaların çocuk sahibi olma bilincinin gelişmişliğini yansıtıyor.
Geleceklerinin güvencesi olarak çocuk yapanlar, çok sayıda çocuğu doğal bir zenginlik olarak gördükleri için, kendilerini mutlu sanırlar. Ama ortaya çıkan sonucun her zaman çocuklar için de mutluluk olacağını göstermiyor.
Yaşanan aile dramları, pek çok çocuğun mutsuzluğunu ortaya koyarken, çocuk sahibi olmak ile yavrulamak arasındaki farkın algılanması da fazlasıyla önem kazanmaya başlıyor.
“Allah rızkını verir” inancına ilaveten devlet büyüklerinin siparişine ve siz bakamazsanız devlet bakar sözüne göre çocuk yapanlar kimi mutlu edecek? Kendilerini mi? Çocuklarını mı? Devleti mi?
Mutlu etmeyi hedeflemedikten sonra, yeryüzüne çocuk getirmek nasıl bir sorumluluk bilincidir?
Bu sorular, çocuk sahibi olmayı, her şeyden önce mutlu edebileceğin kadar çocuk ölçüsüyle ele almak gerektiğini gösteriyor.
Bu nedenle “bakabileceği kadar çocuk”: Anne-baba ve aile için, mutlu edebileceğin kadar çocuk olarak algılanması gereken bir bilinci işaretliyor.
Bu bilinç, çocuğun rızkından öte topluma, çağa uygun nitelikte bireyler kazandırmaktan, aile içi sevgi paylaşımına kadar pek çok şeyi kapsayacağı için çocuk sahibi olma isteği devlet eliyle verilen sayılarla ölçülemez.
9 Ağustos günü Radikal gazetesinde yer alan haber, işin bu yanının önemini gösteriyor.
“Artık ne anne istiyorlar ne baba” başlığıyla verilen bu haberde;
Boşanan anne ve babalarını bir araya getirmek için yaptıkları açlık greviyle gündeme gelen yaşları 7,9 ve 12 olan üç kız kardeşin, annelerinin evlenmesine kızan babalarının evlerini yakarak kendilerini beraberinde götürmeye kalkması üzerine yolda babalarından vazgeçerek eve döndükleri belirtiliyor.
Daha sonra kayıplara karışan babadan sonra, bakamayacağı için çocukların bir devlet yurduna verilmesini isteyen annelerine de kızan ve sokakta kalan bu çocuklar, bundan sonra ne annelerini ne de babalarını istemediklerini, en küçükleri dışında diğer ikisinin devlet yurduna razı olduğu, savcılıkla görüşen polislerce sonunda amcalarına teslim edildikleri anlatılıyor.
Yine aynı tarihte Milliyet gazetesinde yer alan “13 yaşında katil oldu” haberi de, annesinin eline tutuşturduğu bıçakla öç almaya sevk edilen çocuğun dramını gösteriyor.
Komşularının kendisinden büyük çocuğundan dayak yiyerek eve dönen çocuğun, diğer çocuğun annesine husumet besleyen öz annesi tarafından eline bıçak verilerek olay yerine gönderildiğini ve sonuçta da küçük çocuğun, dayak yediği arkadaşının katili olurken anne de olaya teşvikten tutuklandığını öğreniyoruz.
Çocuk sahipliği bilinci gelişmemiş anne ve babaların, çocukları bu hale getirmesi bize yetişkinlerde çocuk ve anne babalık bilincindeki sorumluluğun önemini gösteriyor.
Bu örneklere ilaveten, gözleri önünde annelerinin şiddet gördüğü ve öldürüldüğüne tanık olarak aile ve insan sevgisi zedelenen daha nice çocuğun durumu, toplumumuzdaki genel çocuk sahibi olma bilincinin ve ölçütünün niceliksel değil niteliksel öğüt ve olanaklara ihtiyacı olduğunu ispatlıyor.