Şimdi benim sevgili editörüm gider kızlar tatili yapar da ben geri mi kalırım?
Sevgili platin saçlı (artık çikolata), seksi kadın, çirkin crocslarla Bodrum’larda cirit atar da, ben eksik mi kalırım?
Kalmam, kalamam tabii ki de!
Hayatta en büyük hobim gezmektir bilakis. İnanın zengin olmayı sırf bu yüzden istiyorum. Milyarlarım olsa yapacağım tek şey, o ülke senin bu ülke benim dolaşmak, başka da bir şeye harcamam parayı. Milyarlarım olmadığı için de, yine o ülke senin bu ülke benim geziyorum ama her seferinde daha da züğürt geri dönüyorum.
Ve bir gün, gerçekten yiyecek yemeğim olmayacak bunun yüzünden. Ama önemli değil, belki öyle zayıflarım? Ancak zaten...
Her neyse.
Avrupa'nın göbeğinde yaşamak gerçekten çok avantajlı benim için. Her yere o kadar yakın, o kadar yanı başındasın ki, haftasonu kafana estiği gibi Paris’te, Viyana’da, Venedik’te olabiliyorsun.
Bu sene İtalya'ya takmış olduğumdan, yine İtalya’ya gittik kızlarla.
Dünyaca ünlü George Clooney’in de villasının bulunduğu güzel şehir Como’ya.
Gerçi bi villasını sattı dediler, bi sadece reklam, hala yapışık taytıyla Como sokaklarında koşuyor dediler ama bilemiciiiim...
Koşan her taytlıyı bi kontrol ettik ama hiçbiri George çıkmadı, ki gerçekten ve gerçekten HERKES kısa, dar, taytlarla koşuyordu, hem de şehrin içinde, göbeğinde, her yerde...
Travmatik bir olay!
Ama biz daha travmatiktik sanki...
İki saatlik bir yolculuktan sonra Comoya vardık. Navigasyona sokak numarasını yazamadığımdan dolayı, otelimizin olduğu yoldaki ilk evi navigasyon otel olarak gösterdi. Otel olarak gösteriyor ama otel otel değil, ev ev değil villa, villa villa değil... Kapı demirli, kocaman, aşağıya göle doğru inen bir yol var ama yol hariç pek bir şey görülmüyor. Hani şu ürpertici malikhaneler vardır ya, kapıdan geçince korku tüneline girersin, aynen o şekil.
Tabii ben bir aborjininin kızı aborjin olarak‚ "Bu kapı niye açılmıyor?" isyanlarıyla arabadan indikten, oradaki güvenlik kamerasına güzel güzel hareketler yapıp, şifre isteyen sistemdeki tüm düğmelere ve zile bastıktan sonra, oranın normal vatandaşların evi olduğunu anladım.
Utandım mı? Hayır!
Oradan kaçtım mı? Anında!
Sağ salim otelimize geldik. Nasıl güzel bir ortam, nasıl güzel bir yer. Dağın eteklerinde, ağaçlarla süslenmiş dar yollar, eski yapıtlar, evler, göle sıfır villalar, sararmış yapraklar ve masmavi bir göl...
Romantizmin ta kendisinde.... Aşkın boya kutusundayız sanki.
Tam kendimizi bu ortama kaptırıyor, hayallere dalıyoruz ki, kah benim kızım kah Seher’in kızı‚ çişim vaaaar, sıkıldıııımmm, acıktıııımmm’ diye tüm organik duygularımızı GDOluyorlar! Daha GDO spreyleri çıkmadı, çıkınca ama alıp, halledicez iki yer mantarını.
İtalya’nın en güzel yanı, İtalyanların bize karakteristik özellikler olarak çok benzemeleri. Konuşurken hararetli ve heyecanlı insanlar. Gerçi kuzey İtalya olduğu için insanlarda genel bi Avrupa soğukluğu var ama yine de İtalyan oldukları çok belli.
(Fotodakiler sabun)
Bu arada Italyan kadınlar hakkında düşündüklerimin hala arkasındayım, ama şık kadınlar ya, vallahi çok şık kadınlar. Güzel giyinen, saçını başını tarıyan, hafif makyajını da yapan kadınlar..... Cok ta zevkliler. Hoşuma gitti, beğendim ben Como sosyetesini. Üye mi olsam?
Bence şansım yüksek. George Clooney’in de ara ara gittiği göl manzaralı pizzacıda yemek yedik mesela. Daha büyük bir tesadüf ise restoranı işletenlerin türk olması. Inanın mıknatıs gibiyim, nereye gittiysem ve nerde olduysam mutlaka bir türk ile karşılaşmış ve tanışmışımdır. Restoran çok lüks güzel bir mekan ama bizim türkler mutfakta apaçi dansı yapıyorlardı! Çıktık arabaya gidiyoruz, hala apaçi müziği geldi. ‚Öğğğ gak dedik artık, bu manyaklar hala apaçi dansı yapıyor’ derken, sigara içen başka bir apaçi ‚Iyi akşamlar’ diledi....
Utandım mı? Hayır!
Oradan kaçtım mı? Bana öyle gelmedi?
Gece bir ara ışıklar gördük ve üstün zekamızla onun teleferik olduğunu anladık. Como da bir teleferik var! Aman Tanrım! Hemen gitmeliydik. Sabah oldu ve biz yollara düştük. Sanki Alplere çıkacaz, herkesi tembihliyorum ‚hırka, mont alın peşinize yukarsı soğuk olur’ diye. Şehre indik arıyoruz, dolan dolan bulamıyoruz. Tabii montlardan sıcaktan patladık. Tarif edilen yerde değil, edilmeyen yerde hiçten bulamıyoruz. Zaten italyancası aklıma gelmedi, birşekilde anlaşmaya çalışıyorum insanlarla ama olmuyor. Neyse yukarda bir villa gördük ve çıkalım deyip yollara düştük. Çık çık bitmiyor. Inanılmaz dar sokaklar ve inanılmaz tatlı ufak ve eski evler. Bayağı bir gittikten sonra yukarki köye vardık, biraz foto çekilip geri döndük. Aşağıya indikten sonra teleferiği gördük tam burnumuzun dibinde, gittiğimiz köye kadar gidiyormuş sadece. Iyi olmuş en azından onun parasından kurtulduk.
Pazar güzel bir tesadüf olarak ta kilisenin ainine ras geldik. Çok güzel bir kiliseydi ama foto çekmek yasaktı. Gerçi türküz dimi, istediğimizi yaparız. Kilisede mum yakıp bizde dua ettik. Mumdan medet umduğumuzdan değil, amaç kültürel bir ritüeli kültürel bir yerde yerine getirmekti, yalnız duaların dili birdi....
Bir de bu harikadan bahsetmeliyim size. Como da dondurulmuş yoğurt var. Evet, yoğurt dondurması değil, dondurulmuş yoğurt! Ilk defa yedim ben ve bu kadar lezzetli bir şey daha yememiştim. Kısaca Bayıldım! Yoğurdu alıyor, külaha koyuyor ve altına artı üstüne ister reçel, ister meyve, ister çikolata, ister amaretto, ister ceviz vs. vs. koyuyor.
Gitmek isteyenler varsa mutlaka tavsiye ederim Como’yu. Yalnız tek bir yer olarak değil, bir tur dahilinde iki üç gün kalınması gereken bir yer, eğer uzaktan geliyorsanız. Como gölü, Locarno gölü ve Isviçre olarak kombine edilirse muhteşem bir tatil yaşayabilirsiniz.
Hayattan anladığım şey esasında bu. Lezzetli yemekler, ailem ve arkadaşlarım, kalabalık bir şehir, deniz ya da göl ve huzur.... başka da birşeye ihtiyacım olmaz.
Sanatın, doğanın, italyan lezzetlerin ön planda olduğu bu şehre giderseniz çok seveceksiniz.
Geçerken beni de alın....