Niye anlatmıyorsun diyorlar.
Nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Herhangi bir yerden başla diyorlar.
Beni daha fazla parçalamayın diyorum.
Hiç değilse birazcık söyle diyorlar
Eksilemem artık, yok olurum sonra.
Susmalar vesaire, öyle dümdüz, karmaşık olmayan yaşantılar falan feşmekân… Daha iyi geliyor. Ben de öyle yapıyorum.
Yazdım mı, kısa cümlelerle yazıyorum… Ayrıntılı şekiller, uzun saatlerimi alacak, bana uykuyu dahi hatırlatmayacak kadar ayrıntılı şekiller çizip boyuyorum. Renkler iç içe geçiyor. Acemi şeyler, uygunluğuna bakmadan öyle, nasıl aklımdan geçmişse…
Bunları yaparken hep burnumdan nefes alıyorum.
Ağzım sımsıkı kapalı…
Her şeyin ilk halini düşünüyorum çok çok… Sebeplerini değil, sonuçlarını da değil… Başladığı yerle ilgileniyorum.
Acı çekmek.
Nefes almak.
Aşık olmak.
Bıkmak.
Mutluluğu istemek.
Arzu etmek.
Korkmak.
Korkmak.
Korkmak.
Çok korkuyordum eskiden. Şimdi daha az korkmayı öğrettim kendime. Çünkü korku öğretilen bir şeymiş, doğamızdan getirdiğimiz değil... Eğer öyleyse korkmamayı da öğretebiliriz diye düşündüm. Denedim oluyor. Bazen de olmuyor. Korkabildiğimiz kadar yaşayabiliyoruz. Sonra korku bazen sevimsiz ve tahtakurusu gibi insanı içten içe yiyor. Öyle korkulardan tiksiniyorum. Bunları daha kolay temizleyebiliyorum bu yüzden. Sahiplenmenin ne anlamı var. Ama bazılarını seviyorum. Tatlı kaşıntısı olan sinek ısırığı gibi… Bir de bedellerini göze alamam, o kadar cesur değilim.
Çok basit şeyler var kafamda. Su da basit bir şey laf aramızda... Yoksa ölürsün. Tuzluysa ölürsün. Kirliyse ölürsün. Basit ve yaşamsal şeyler…
Anlatacağım,
Bilmiyorum, nereden başlasam anlatmaya.
Birazını anlatamam, herhangi bir kısmını da…
Ben çiziyorum. Uzun uzun. Yarım aksak. Hem de rengarenk. Bütün ayrıntılarıyla…