Burada anlatmak zor… Az önce denedim. Defterimin üç sayfasına yazdıklarım, giriş bile sayılmazdı. O yüzden nasıl geldiğimizi anlatmak zor. Bir de zaten anlatması imkânsız olanlar var. Kendimizle taşıdıklarımız… Toprağa dek taşıyacaklarımız…
Anlatmak zor ve hatta inanmak da öyle… Çünkü bu kadar başka coğrafyalardan, bu kadar başka yaşantılardan gelip de, birbirinden başka acılarla yoğrulduktan sonra bu kadar sevmeyi becerebilmek zor başlı başına… Ama inanması güç olan şu, nasıl olup da birbirimizi bulduk biz? Nasıl olup da bir araya geldik? Kadere inanmıyorsunuz, tesadüflere inanmıyorsunuz, matematiğe inanmıyorsunuz diyelim, o halde nasıl? Nasıl 20’li yaşlarının başındaki üç genç kadın kavuştu öylece?
Tarif etmek zor, sözcüklere sığdırmak da öyle… “Dostlarım” sitesi diye bir yerde, tek başınıza yaşamak için bir ev tutuyorsunuz! Yaşadığınız yerin ismine kafa tutarcasına yalnız ve dostlar konusunda başarısızsınız… Bu ıssızlık yazgınız olmuş, değişeceğine de inanmıyorsunuz. Ama içinizde bir şey sizi yanlışlıyor olmalı… Tek kişilik bir dünya kurarken, daima bir konuk çıkıp gelecekmiş gibi alıyorsunuz her şeyi. Yedekliyorsunuz bardağınızı, çatalınızı, sofraya iliştirdiğiniz sandalyenizi. Bir köşede açılmamış diş fırçaları var daima, ütülü çarşaflar, ambalajından çıkmamış pijamalar… Nasıl olur, ne zaman çıkıp gelir, neye benzer hiç bilmediğiniz hayali arkadaşlar için yeriniz hazır…
Söylemek zor… Nerede nasıl başladığını… Belki bir bankın üzerinde ders çalışırken, belki sinir bozucu bir espri yaparken, belki de iler tutar yanı olmayan bir kahve falından bahsederken… Dostluklar böyle başlamaz aslında. Turnusol kâğıtları vardır dostlukların, ilginç sınavları, seviye atlama, terfi etme noktaları… Bunu bilmezsiniz, adını da koymazsınız. Ağlarken uzanan bir mendil, hesapsızca verilen bir sır, kavgada omzunuza değen bir omuz, yumruğunuza katılan bir yumruk, eğlencede salınan bir çakmak, aşkta, hüsranda, başarıda ve geçmiş travmaların bir türlü düzelmeyeceğini zannettiğiniz o anlarda halinizi bir anda değiştiren, coşturan, sakinleştiren ya da yükselten yerde belirir. Ve belirdikçe o bir daha sönmemecesine fitillenmiş bir ateş vaat eder. Bizimki de böyleydi işte… Hayat zalimdi, zordu, bizi çok erken sınamıştı. Ne gözümüzün, ne hüviyetimizin yaşına bakıp insaf etmişti. Yumruğunu sıyırıp Allah ne verdiyse dalmıştı. Bizi feci büyütmüştü yirmi yaşımıza gelmeden…
Anlamak zor, biliyorum… Bu kadar hırpalanıp, örselenip ve hatta yıkıcılığın şarabından tadıp da nasıl sevgiye, iyiye gönüllü olmuştuk. Bilmek zor… Biz sevginin kimyasını, nasıl bu kadar hünerle icra ettik? Sofraya oturmayı bilmezken birbirimiz olmadan lokmalar boğazımıza nasıl dizildi? Önemsenmeyi bilmeden nasıl merhamet ettik? Ölümü tadıp, nasıl bağlandık? Kovulmayı öğrenmişken, kapılarda karşılamayı nasıl keşfettik? Cimriliği tadıp nasıl böylesine cömert olduk? Üşendikçe hayat bizden yana biz nasıl vazgeçmeden gayretle tutunduk? İtmek bu kadar yücelmişken, biz nasıl bildik sarmayı? Zor… Bilmek zor…
Fakat anımsamak zor değil, yüreğinde taşımak da… Üç acıdan bir mutluluk çıkarttıktan sonra zor değil! Üç yalnızlıktan bir dostluk çıkarttıktan sonra… Dostlarım sitesi denilen o yeri Dostlarım mabedine dönüştürüp, tek kişilik yalnızlığa üçer üçer kafa tuttuktan sonra zor değil. İzmir’i İzmir’imiz ettikten sonra… Gencecik omuzlarımızı birbirimize yaslayıp doğrulduktan sonra, ders çalışırken ders çıkartmayı bildikten sonra, yıkık dökük gelip pırıl pırıl çıktıktan sonra zor değil özlemek o zamanları… Ve bir gün, pılımızı pırtımızı toplayıp, binanın üzerinde yazan “DOSTLARIM” ibaresi gözden kayboluncaya dek el sallamamızın üzerinden 7 yıl geçmişken, bu yıllar zarfında birer ikişer gün çalıp birbirimizi görmüşken yaşamın hayhuyunda… Buna da şükretmişken…
“Yıllardan sonra, yollardan sonra yeniden yan yana onlar” şarkısının melodisi çınlıyor kulaklarımda…
Yeniden İzmir’de, yeniden omuz omuza, kaldığımız yerden hem de…
Şarkıyı mırıldanmak zor değil, içini doldurduktan sonra, “yıllardan sonra”…